TERCÜME-İ İNTİHÂNÂME-İ SULTAN VELED
(İnceleme – Metin)
Tercüme
İBRAHİM HAKKI EROĞLU
Hazırlayan
HÜLYA KÜÇÜK
ÖNSÖZ
Sultan Veled ve Maârif’i adlı çalışmamızda (KBŞB Yayınları, 2005), Sultan Veled’in (623/1226−712/1312) hayâtı ve Maârif adlı eserinde ve adı geçen eserin, ilim erbâbınca dahi önceden bilinmeyen bir şerhi olan el-Hikemiyye’de değinilen bâzı tasavvufî mes’eleleri ele almıştık. Bu çalışmanın bir devamı olarak düşünülen elinizdeki çalışmanın ilk baskısı Ataç yayınları tarafından Küpten Sızan Sırlar. İntihânâme-i Sultan Veled adıyla yayınlanmıştı (İstanbul, 2010). Elinizdeki çalışma, bu çalışmanın gözden geçirilmiş ve kısmen genişletilmiş halidir. Devamını okuyun »
HAKK’IN SIRRINI FÂŞ ETMEYEN SÛFÎLER: SULTÂN VELED ÖRNEĞİ
Hülya Küçük
Özet
Mutasavvıflar, insanları genel olarak Âmme, ehl-i hakāik) ve hâssa (veya avâm, havâs ve havâssu’l-havâss/ ehassu’l-havâss) diye üç sınıfa ayırmış, avâma İslâm’ı, havâs ve havâssu’lhavâss’a ihsân”ı, yani tasavvufu layık görmüş ve tasavvuf gibi kalb rikkatinden bahseden bir ilmi, avâma tevdi etmekten ve fitnelerine sebep olmaktan kaçınmışlardır. Bazı sûfîlerin idam edilmelerine kadar varan olayların perde arkasında bu tür bir fitneye sebebiyet vermeleri vardır. Bu durum karşısında bazı sûfîler remiz ve sembollerle konuşarak maksatlarını nâ-ehil olanlardan saklamaya çalışırken, Sultân Veled, dakîk tasavvufî meselelere geldiğinde “kalem buraya geldi, ucu kırıldı”, “Akıllıya bir söz yeter”, “Bunun altında birçok sırlar vardır. Fakat söylemeğe izin yoktur” gibi cümlelerle susmayı tercih etmiştir. Devamını okuyun »
SULTAN VELED
FERİDUN NAFİZ UZLUK
Devamını okuyun »
PEYGAMBER KISSALARININ DİNÎ EDEBİYATA YANSIMASINA BİR ÖRNEK “SULTAN VELED VE FARSÇA RUBAİLERİ”
İbrahim AKÇA
Sultan Veled, 1226 yılında bugünkü Karaman ilimizde dünyaya gelmiş, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin büyük oğludur. Tahsilini Konya ve Şam’da yapan Sultan Veled, babasının sohbetlerinde de bulunarak ilmi ve tasavvufî konularda kendini yetiştirmiş isimlerin başında gelir. Babasının vefatından sonra Mevleviliği bir tarikat haline getirmiş, 1285 yılında Mevlevi tarikatının şeyhi olmuş, 1312 yılına kadar (ölüm tarihi) şeyhliğini devam ettirmiş, ölümünden sonra, babasının kabrinin bulunduğu türbeye defnedilmiştir.
Sultan Veled’in bir Dîvan’ı, İbtidânâme, Rebâb-nâme, İntihâ-name ve Maarif isimli eserleri bulunmaktadır. Babasının izinde bir şair ve mutasavvıf olan Sultan Veled’in şiirlerine baktığımızda ise, yorumlayıcı ve öğretici bir tarz karşımıza çıkmaktadır. Şiirlerini genel olarak Farsça kaleme alan şairin, Türkçe, Farsça-Türkçe, Farsça-Türkçe-Rumca karışık beyitleri de bulunmaktadır.
Biz bu çalışmamızda, Sultan Veled’in Farsça rubailerindeki “Peygamberler ve Kıssaları” temasına bakmaya çalışacağız. Devamını okuyun »
EĞİRDİR MEVLEVİHANESi VE GERMİVANOĞLU MUSA BEĞİN TEMLİKİ İLE SULTAN VELEDİN VAKFI
Yrd. Doç. Dr. Sadi S. KUCUR
Devamını okuyun »
MEVLEVÎLİĞİN TARİHSEL TEMELLERİ: SULTAN VELED VE ÇELEBİLİK MAKAMININ KURULUŞU
(Özet)
Ekrem IŞIN*
III. ULUSLARARASI MEVLÂNA KONGRESİ
Anadolu kültür tarihinde XIII. yüzyıl, tasavvufî düşünce temelleri üzerine tarikat organizasyonlarının inşa edilmeye başlandığı bir toplumsal yapılanma dönemidir. Selçuklu dünyasına yönelik Moğol tehdidi altında gerçekleştirilen bu yapılanmanın ilk tutarlı ve kalıcı örneği, yüzyılın sonuna doğru, Sultan Veled”in şahsında Mevlevîlik adıyla tarih sahnesinde yerini alır.
Mevlevîliğin tarihsel temelleri, Anadolu”ya XIII. yüzyıl başından itibaren belli aralıklarla nüfuz eden Horasan tasavvuf ekolünün Selçuklu kültürüyle kaynaşması sonucu atılmıştır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî”nin (ö. 1273) döneminde, babası Bahâeddîn Veled tarafından temsil edilen Kübrevîlik ile karşılığını Şems-i Tebrizî”de bulan Kalenderî felsefesi, daha sonra Mevlevîlik çatısı altında şekillenecek kültürel yapılanmayı besleyen iki farklı düşünce kaynağı olarak dikkat çekmektedir. Bu iki kaynak, Mevlevîlik tarihi boyunca tarikatın kimliğini, bize karşıt imgeler şeklinde sunan bir kültürel ayrışmanın da hazırlayıcısıdır. Tasavvuf tarihinde sıkça rastlanan bu olgu, ana gövdeden ayrılan tari-katların âdeta varlık nedeni iken, Mevlevîlik örneğinde böyle bir parçalanmaya kurumsal anlamda yol açmaz. Tarikat, yayıldığı geniş coğrafyada kurumsal yapısını korumuş, farklı mistik algılamaları aynı çatı altında bütünleştirebilmiştir. Bu tarihsel gerçeğin arka planında, Mevlevîliğin merkeziyetçi yapısı vardır. Devamını okuyun »
SULTAN VELED’İN MA’ÂRİF’İNDEN HAREKETLE MEVLÂNÂ
Prof. Dr. Hüseyin AYAN*
III. ULUSLARARASI MEVLÂNA KONGRESİ
Bilgilerimizi tazeleme bakımından önce, Sultan Veled hakkında birkaç notla başlamak isterim.
Sultan Veled, Mevlânâ”nın büyük oğlu olup 1226″da Karaman”da dünyaya gelmiş ve 1312″de Konya”da ölmüştür. Kendisine dedesi, Sultanü”l-Ulemâ Bahâeddin Veled”in adı verilmiştir.
Kayıtlara göre, Bahâeddin, yazı yazmayı babasından öğrendi. Belli bir yaşa geldikten sonra da kardeşi Alâeddin ile Şam”A gönderilerek, tahsilini ilerletmesi sağlandı. Arapça”yı, bu dille şiirler yazacak kadar öğrendi.
Eflâkî”nin anlattığı menkabelerden, Sultan Veled”in kendi eserlerinden ve özellikle Ma”ârif”ten anlaşıldığına göre; Sultan Veled sağlam yapılı, sağlam düşünceli, müziğe ve nazma vâkıf, keramet derecesinde zeki buluşları olan, düşüncelerini daima açık ve sağlam şekilde ifade eden, sözlerinde ve hareketlerinde daima aklının kontrolü görülen ve çelişkiye düşmeyen bir kişiliğe sahiptir.
Sultan Veled, babasının yolunda yürüyerek, önce bir divan, daha sonra da mesnevilerini kaleme alır. Velûd bir şâir ve mutasavvıftır. Devamını okuyun »
YÖNETİCİ VE LİDER OLARAK SULTAN VELED
Emre Karaa
Mevlevîlikte çok önemli bir yeri olan, tarikatın müesseseleşmesini, gelişmesini, yayılmasını, güçlenmesini sağlayan, ayinleri sistematikleştiren, tarikatın kurallarını başka bir deyişle erkânını belirleyen Sultan Veled”i modern yönetim biliminin liderlik konusunda geldiği noktadan değerlendirmek yerinde olacaktır.
Yönetim faaliyetleri bir süreç şeklinde oluşur. Planlama, organizasyon, yürütme, koordinasyon ve denetim. Yönetim, faaliyeti içerdiği için insan davranışlarıyla ilgili bir bilim dalıdır. Sultan Veled”in yönetim faaliyetlerinin süreçlerini tam olarak bilmek mümkün değildir, işleri yürütürken herhangi bir plan yapıp yapmadığını kestirmek zorsa da, yönetimde olduğu sürede birçok aksiyon ortaya koymuş olması düşünüldüğünde uzun, orta, kısa vadeli planlar yapmış olması ihtimal dışı değildir. Nitekim Eflâki, uzun düşünen, keramet derecesinde zeki buluşları olan, sözlerinde ve hareketlerinde daima aklının kontrolü görülen biri olarak anlatmaktadır. Devamını okuyun »
SULTAN VELED’İN HAYATI, DÜŞÜNCESİ ve GÖRÜŞLERİ (I)
Veyis Değirmençay*
Sultan Veled, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin büyük oğludur. 25 Rebîülâhir 623’de (24 Nisan 1226) şimdiki Karaman vilayeti olan Lârende’de dünyaya geldi.[1]
Adı, Bahâeddin Muhammed Veled’dir.[2] Mevlânâ, ona babası Sultanu’l-ulemâ Bahâeddin Veled’in adını ve lakabını vermiştir.[3] Ancak bazı kaynaklarda Bahâeddin Ahmed olarak da geçmektedir.[4] Daha çok Sultan Veled adıyla tanınmış ve şiirlerinde Veled[5] mahlasını kullanmıştır.
Babası, Mevlânâ Celâleddin Muhammed; dedesi, Sultanu’l-ulemâ Bahâeddin Veled ve devamla büyük dedeleri, Celâleddin Hüseyin ve Ahmed el-Hatîbî’dir.[6] O, Velednâme’sinin mukaddimesinde bu silsileyi Ahmed el-Hatîbî hariç aynen zikretmektedir.[7] Annesi, Karaman’da ikamet eden Semerkantlı Lâlâ Şerefeddin’in kızı Gevher Hatun’dur.[8] Devamını okuyun »
Hicabi KIRLANGIÇ
Sultan Veled’in Rubaileri
Bilindiği gibi Sultan Veled, Mevlâna’nın büyük oğlu ve Mevlâna gibi ârif ve mutasavvıf şairlerdendir. Adı da Mevlâna’nın babasının adıdır. Dahası Sultan Veled, Mevleviliğin de kurucusudur bir bakıma. Sultan Veled, Türkçe edebiyatın Anadolu’da gelişmesinde dönüm noktalarından biridir. Böyle olmakla birlikte onun eserleri ağırlıklı olarak Farsçadır. Elbette şair ve ârif olarak babasının çok gerisinde olsa da Anadolu’da şiirin tasavvuf damarını açık tutması bakımından önemli bir şair sayılmalıdır.
Devamını okuyun »
Hülya Küçük, Prof. Dr.
Sultan Veled’in (623/1226−712/1312) Mevlevilikteki yerini Menâkıbu’l-Ârifîn’de anlatılan şu olayı anlatarak başlamak istiyoruz. Olay, sadece bir menkıbe olabilir ama Eflâkî’nin konuyla ilgili yorumu sebebiyle buraya almakta bir beis görmüyoruz: Birgün Mevlânâ, medresenin sofrasında, gençlik çağındaki Sultân Veled sağ, diğer oğlu Alâeddîn de sol tarafında otururken, ğayb âleminden yeşiller giymiş iki şahıs gelir ve Sultân Veled’in elinden tutup götürürler. Bir süre sonra onu geri getirdiklerinde “Bu genç Bahâ Veled’in (k.s.) neslinin devâmı için lâzımdır” derler. Sonra Alâeddîn’i götürürler ama geri getirdikleri zaman bir şey söylemezler. Halkın feryatlar içinde ne olduğunu sormaları üzerine Mevlânâ: “Bahâeddîn’i bizim soyumuzun devâmı için bir süre dünyâda tutacaklar. Fakat Alâeddîn’i çok tutmayacak, yakın zamanda götürecekler” buyurur. Eflâkî, bu olayı yorumlarken, Alâeddîn’in gerçekten de fazla sürmeden Şems-i Tebrîzî (ö.645/1247) olayında çarpılıp öldüğünü, Sultân Veled’in temiz bir kalple yıllarca yaşadığını ve “Çocuk, babasının sırrıdır” hadîsinin,[1] sanki özellikle Sultân Veled için irâd edildiğini söyler.[2] Biz burada onun sadece Mevleviliğin kollarının oluşturulması “ husussuna açıklık getirecek vaktimiz olacaktır.
Devamını okuyun »
Prof. Dr. Emine YENİTERZİ
“Allah melekleri yarattı, onlara akıl verdi; hayvanları yarattı, onlara da nefis verdi; insanoğlunu yarattı, onlara hem akıl hem de nefis verdi. İnsanlardan kimin aklı nefsine galip gelirse, meleklerden daha üstündür; kimin nefsi aklına galip gelirse o da hayvanlardan aşağıdır” hadis-i şerifi insanın diğer varlıklardan farklı yaratılışına işaret eder.
İnsan, dünya hayatında bu yaratılış hikmeti ile bir tercih yapmak zorundadır. Ya doğru tercihi yapar; akıl yolunu seçer, meleklerden üstün bir varlık olur, nebiler ve velilerle rahmet yolunda yürür ya da yanlış tercihle nefsiyle baş başa kalır, hayvanlardan daha aşağı olarak lanet yolunda şeytana yoldaş olur.
Devamını okuyun »
Osman Nuri Küçük, Doç. Dr.
Velî kelimesi sözlükte yakın olan, seven, âşık olan dost, yardım eden, efendi, köle gibi değişik anlamlara gelmektedir. Velî Arap dilinde dilin kendisi kadar eski bir kelimedir. İslâm’dan önce kullanıldığı gibi Kur’an-ı Kerim’de de geçmektedir.[1]
Terim olarak velî kelimesi dost ve yakın olma eyleminde bulunan yani (tevellî) eden kişi demektir. Kelime hem ism-i fâil hem ism-i meful anlamında kullanılmaktadır. İsm-i fâil anlamı Allah’a karşı ibadet ve taati yerine getiren yani O’nun taatine yakın olan, O’nun taatini kendisine dost edinen demektir. İsm-i meful anlamında ise işlerini Allah’ın üzerine aldığı, kendi nefsine bırakmadığı kimse anlamındadır.[2] Kelime Kur’an-ı Kerim’de de bu anlamda kullanılmaktadır. “O, sâlihlerin işlerini görür”[3] Kuşeyrî velî sıfatını taşıyanın her iki manadaki velâyeti kendisinde toplaması gerektiğini söyler.
Devamını okuyun »
“Mevlana’nın Zürriyetinden Olmak Yeterlidir”
Omid Safi
Hazreti Mevlana Celaleddini Rumi’nin biyografilerinde Rumi ve sevgili oğlu Sultan Veled ile yakınlığını işaret eden pek çok cezbedici hikâye bulunmaktadır. Modern çağ öncesinde dini liderlere, politik liderlere ve uzmanlara kimi yakından tanıyorsanız onların aracılığı ile ulaşabiliyordu. Güce ulaşmaya sahip olan kişileri tanıyanları tanımanız gerekiyordu. Bu durum krallar ve Allah için de geçerli idi: Kralın huzuruna veya Kutsal bölgeye aracı olmadan girilemezdi. Kralı halktan koruyan korumalar ve krala ulaşmak için politik aracılar bulunurdu. Aynı şekilde, Allah adına da peygamberler aracılık ve şefaat görevini üstlendiler. Aslında, insanların Allah’a aracısız, her an, dolaysız ulaşabilmeye başlamasının fevkalade olmasının kesin nedeni işte bu aracılığa olan gereklilikti.(Müslümanların namazda Allah ile dolaysız irtibata geçmesi teolojik olarak devrimsel nitelik taşır.). Modern çağ öncesi hiyerarşik toplumlarda aracılık hala yaşamın ve dinin bir parçasıydı. Mevlana’nın aracısı ise oğlu Sultan Veled’di. Bu çalışmada Mevlevi geleneğinin Sultan Veled’in kendi başına çığır açan bir evliya olmasını değil de, bizlerde dâhil kendisinden sonra gelen jenerasyonların Hazreti Mevlana’yı daha iyi ve açık anlamamızda nasıl bir rol üstlendiğini araştıracağım.
Devamını okuyun »
Prof. Dr. Mehmet ŞEKER
Türk-İslâm tarihinin XIII. ve XIV. yüzyıllarında daha çok Anadolu’da görülen Ahîlik, aslında İslâm medeniyetinin temel unsurlarını bünyesine almış bir Türk kurumu olarak kabul edilmiştir. Kurumsal orijini itibariyle Anadolu’ya Abbâsîlerden intikal eden “fütüvvet” kavramı, XIII. yüzyıldan itibaren Türk Anadolu’da kendine özgü bir mâhiyet kazanarak “ahîlik” şeklini almıştır.
Anadolu Türk ahîliği, gerek İslâmî-Abbâsî menşei, gerekse İslâmî-Türk yorumu bakımından ferdî ve içtimaî sahada gelişerek çok yönlü bir kültürel unsur olmuştur. Bu unsur, zaman içinde Horasan’dan gelen göçer Türkmen kitlelerinin katkıları ile daha yumuşak ve bütün hayatı kucaklayıcı bir özellik kazanmıştır. Ancak ahîlik kurumunun inanç esasları, hayat felsefesi, İslâm düşüncesi ve ahlâk anlayışı, yine fütüvvet geleneğinin yazılı kaynakları olan fütüvvetnâmelerle şekillenmiş ve bu kaynaklardaki esaslar sayesinde İslâm medeniyetinin çok önemli bir teşkilâtı hüviyetine bürünmüştür.
Devamını okuyun »
Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ
Bahâeddin Muhammed Veled (1226-1312) Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin büyük oğludur. Dedesi Sultânü’l-Ulemâ’nın adını taşımaktadır. Yaygın adıyla “Sultan Veled” diye anılır. İlk nazarda bu isim saltanatlı bir çağrışım yapar. Sözlüğe bakıyoruz; “Sultan” kelimesin çeşitli mânâları var. Sultan, hükümdar demek. Mânevî saltanatları sebebiyle bâzı din ve tasavvuf büyüklerine ve tarîkat pirlerine unvan olarak veriliyor, “Sultan Abdülkadir Geylânî” gibi. Ayrıca Arapça, Farsça ve Türkçe tamlamalarda ilim ve sanat erbabının en büyüğü, en yücesi anlamında kullanılır: Sultânü’l-Ârifin gibi.[1] Dede Bahâeddin Veled’e “Sultânü’l-Ulemâ” denmesi bu kabildendir. Sözlükte “Veled” çocuk, oğul mânâsına gelir. Yani öyle özellikli bir anlamı yoktur. Ama isimlere değer katan müsemmâlarıdır, onu taşıyanlardır. Sultan Veled’in ismi böyledir; mânâ sultanlığını hatırlatır, zihinde bir ihtişam duygusu uyandırır. Burada “Veled” sıradanlıktan çıkarak bir kudsiyet ve derinlik kazanır.
Mevlânâ Sultan Veled’i küçük yaştan îtibaren dâimâ sevmiş, yanından hiç ayırmamıştır. Ona: “Sen yaradılış ve huy bakımından bana en fazla benzeyensin” diye iltifat etmiştir. “Bahâeddin’imiz iyi bahtlıdır, hoş yaşar, hoş ölür” demiştir. Onu kendisine gerçek mîrasçı saymıştır.[2]
Devamını okuyun »
Kabir Helminski
“The beautiful innovations of the saints are like the customs put in place by the prophets.”
“Evliyaullahın dile getirdiği yeni fikirler peygamberlerin ortaya koydukları gelenekler gibidir.”
Hz. Sadrettin Konevi
Tanrı bizi külli ve esas olan varlığına adım adım çekebilmek için sonsuz güzelliğinin lezzetlerinden sunar. Bize insanlık yolculuğunda mürşitlik etmesi için hakikat ehlini tanıtır. Nihai mukadderatımızda kendimizi sonsuz ve bağışlayıcı olan (Allah’ın) varlığınca yaratılmış olan ebedi parçalar olarak bulmak vardır.
Evliya Tanrı’nın sırlarıdır. Sultan Veled’in Ma’arif’inde dediği gibi “Her kim daima Allahıyla beraber bulunmak, onunla konuşmak isterse özü-sözü doğru sofilerle oturmalıdır.” Mevlana Sultan Veled’e “Bahaeddin, benim bu âleme gelişim, senin zuhurun içindir. Benim bütün söylediklerim, nihayet sözlerimden ibarettir. Halbuki sen, benim işim ve eserimsin.” demiştir.
Devamını okuyun »
Prof. Dr. James Morris
…Bir gün baba(Rumi) oğluna(Sultan Veled) sevgiyle şöyle dedi: “…benim bu aleme gelişim senin zuhurun içindir. Benim bütün söylediklerim nihayet sözlerimden ibarettir. Halbuki sen benim işim, amelimsin. Ahmet Eflaki, ,Ariflerin Menkıbeleri
“Kim özel olarak cemali bir yenilik getirirse hem kendi davranışı hem de onu tüm takip edenler için mükafatlandırılacaktır. “ (Hadis-i Şerif)
Sultan Veled ve diğer ilkçağ Mevlevileri “Arifler peygemberlerin varisidir” hadisinde bahsedilen zatlardandır. Onların bu konferansta detaylandırılan olağanüstü yaşamları ve kalıcı biçimde müesseseleşmiş başarıları -peygamberlerin ve tüm “Allah Dostu” evliyanın mirasını doğru bir şekilde yerine getirmekle sorumlu olan bu “varis”ler- hepimizin karşılaştığı süregelen zorluklar açısından ilham veren hatırlatmalardır.
Devamını okuyun »
MAÂRİF-İ SULTAN VELED’İ FUSÛSU’L-HİKEM ŞÂRİHLERİYLE OKUMAK: KİTABU’L- HİKEMİYYE ADLI MAÂRİF TERCÜME VE ŞERHİ
Hülya Küçük, Prof. Dr.
Sultan Veled’e (623/1226−712/1312), ait olduğu kesin olan eserleri, İbtidâ-nâme, Rebâb-nâme ve İntihâ-nâme adlı mesnevîleri, günümüzde üzerinde çeşitli çalışmaların yapıldığı Divân‘ı ve Maârif’i, Manzūma-i Siyâmiyye ve en-Nāfiʿ fi’l-Furūʿ dur. Bunlar dışında Işq-nāme, Hāşiye ʿalā şerh-i ʿIsāgoci, Gazāliyyāt, Eşʽʿār, Risāle der Beyān-ı Mutaferriqa, Der Maʿrifet-I Āfāq-ı Enfüs, Risāle-i İnşāʾgibi ona aidiyeti kesinleşmemiş eserleri de vardır.
Maârif, Sultân Veled’in mensûr olan tek eseridir. Terim olarak, sûfîlerin vehbî bilgilerini ifâde etmek için kullanılan “ma‛rifet”’in çoğulu olan “maârif” türü eserlerin, şeyhin sohbet esnasında, vârid olan vehbî bilgileri anlattığı anda, yahut sonradan, zihinde kaldığı hâliyle yazılarak oluşturulduğunu biliyoruz.[1] Aslında, ilhâm yoluyla kalbe gelen ve söylenen sözlere verilen bir ad olan “vâridât”la eş anlamlı sayılır.[2] Devamını okuyun »
Dr. Ibrahim Gamard
Muhammed Sultan Bahaeddin Veled’in yaşadığı hayat olağanüstüydü. Çok büyük Mürşidlerden ilim, irfan, irşad öğretileri gördü ve Allah’ın lütfunu aldı. Bunlar içinde dedesi Bahaeddin Veled ( kendisi 5 yaşında iken vefat etmiştir), Seyyid Burhanettin Tırmızi, ve babası Mevlana Celaleddin bulunur. Mürşidlerine çok bağlıydı. Mürşidleri arasında Şems-i Tebrizi, Selahaddin Zerkubi ve Hüsamettin Çelebi bulunur. Hüsameddin Çelebi ahrete intikal ettikten sonra, Sultan Veled büyük bir alçak gönüllülük ve sabır yoluyla, mürşidi Kerimüddin Bektemür ile 8 yıl geçirdi.
Sonuncu mürşidi de ahrete intikal ettikten sonra, Sultan Veled 66 yaşında Mevlevi’lerin şeyhi oldu. Ve bundan sonra Dîvân‘ından başka İbtidâ-nâme, Rebâb-nâme, İntihâ-nâme adlı üç mesnevisi ile Ma’arif adlı bir de mensur eseri elde bulunmaktadır.
Sultan Veled, babasının Şemsi Tebrizi’ye bağlılığı örneğinde olduğu gibi sufi yolunda manevi efendisi Mürşidine/şeyhine, Allaha varmak manasında, bağlı ve inançlıydı. Sufizmde buna fena fi şeyh denir; Mürşidinde Allahın varlığını bularak yok olmaktır ve Allah’ı bularak yok olmak ile de fenafillâh mertebesine ulaşılır. Babası Mevlana Hazretleri kendini Şemsi Tebrizi’nin ilahi yansımasında bulduğu manevi Allah aşkında yok etmiş (mahv), binlerce gazel yazmış ve Mürşidini her yerde görmüştür, genelde bu güzel gazeller kendi adı ile değil Mürşidinin adı ile bitmektedir.
Devamını okuyun »
Arzu Eylül Yalçınkaya
Mürîd, irâde kökünden Arapça bir kelimedir. Sözlükte irâde ve taleb eden, isteyen ve arzu eden gibi anlamlara gelmektedir. Sufî ıstılâhında tarîkate giren ve şeyhe bağlanan, derviş, bende, efendisi olan şeyhin kulu, şeyhinin emir ve iradesini yerine getiren bir âlet ve kendisi için Hakk’ın irâde ettiğinden başka şey irâde etmeyen gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Bunların yanı sıra kelime sûfî ıstılahında farklı bir bir yorumla “irâdesi olmayan” ya da kendi iradesiyle iradesini teslim eden anlamında da kullanılmıştır.
Mürid, talib, aşık, derviş ve buna benzer kelimeleri “sâlik” kavramı altında toplamak mümkündür. Sâlik ise yolcu anlamına gelir. Buna göre yukarıda geçen kelimelerin kendisini işâret ettiği kişi her halükarda yolda olan ve bir maksûda ermek üzere ilerleyen kişidir. Talib matlûbuna ilerlemekte, aşık maşukuna koşmakta, derviş ya da daha genel anlamda mürîd ise muradı olan mürşidine doğru yol almakta ve her adımda ona biraz daha yaklaşmayı ümid etmektedir. Tasavvufun ilk klasiklerine bakıldığında sûfi müelifler tarafından, seyr halinde olan sâliğin övüldüğü görülür. Bu anlamda nefisten kalbe, bed ahlâktan güzel ahlaka, kalbden ruhâ yapılacak her türlü manevi sefer makbûl olduğu kadar sûfilerce yalnızca bedenî olarak yapılan sefer de makbûl görülmüştür. Zira her ikisinde de kusurların ortaya çıkması ve tedâvi edilmesi, eksiklikleri farkedilmesi ve tamamlanması için bir imkân vardır. Zira salik, nefsin alışkanlıklarını terketmek anlamına gelen yolculuğu tercih ederek, düzenli hayatın rahatını terk etmiş ve yolculuk zahmetini yüklenmeyi tercih etmiştir.
Devamını okuyun »
Janis Esots, Dr.
Bu yazıt daha evvelki makalelerimde ele aldığım Sultan Veled’in çalışmalarındaki azizlerin hiyerarşisi konusunu ele alacaktır. Burada Sultan Veled’in evliyalar üzerine öğretimini, babasından nasıl esinlendiğini ve babasının öğretilerine ne gibi eklemeler yaptığını ele alacağım.
I
Bir kaç sene evvel yine Turkkad tarafından İstanbul’da düzenlenen başka bir konferansta, Dakuki üzerine bir kağıdımı sizlerle paylaşmıştım. Bu hikayede bir bakıma azizlerin ve velilerin hiyerarşisini ele alıyordu.
Size hikayeyi hatırlatmama izin verin. Dakuki (Allah’ın belli sınıfa bağlı sevenleri arasındaydı – “duaları kabul görenler”) bütün vaktini seyahat etmekle ve sabuha adını verdiği Allah sevenlerini aramakla geçiriyordu. Her sabuha belli bir miktarda ve farklı renkte hayat suyuna sahipti.
Devamını okuyun »
Cemâlnur Sargut
İnsandadır aşkın kemâli, insandadır cemâli
İnsandadır esmâ vü sıfat, zât lâkin kâmildedir
Hiç bir yere sığmayan Allah kalb-I kâmildedir
Âb-ı hayât, def’-i memât, hem necât kâmildedir
Kâmili bulsun Ken’ân isteyen Allâh’a visâl
Tasavvufta edep kavramı çok önemlidir, zirâ edep her yerde Allah’ı görme seviyesine ulaşan kişinin hâlidir. Bugün, Hz. Mevlânâ’nın sırrımın sırrı dediği ve ömrü boyunca yaşantı, tarz ve tavrından Hz. Pîr’in sırrının edep olduğunu ispatlayan bir sultandan, Hz.Sultan Veled’den bahsedeceğiz. Konumuz ezelden nasipli bu sultanı yetiştiren mürşidi Hz. Şems ile ilişkisi ve mürid-mürşit anlayışı. Bu konunun en güzel örneği Sultan Veled’in Şam’dan Konya’ya dönerken Hz. Şems’e refakat ediş hikayesidir.
Devamını okuyun »
Kıyıya vuran inciler
Allah’ın Halifesi olma- Hazreti Sultan Veled’in nakil ve tebliği
Camille Adams Helminski
Sonsuz Rahmet ve Merhamet Menbaımızın Adıyla
Bu güzel yola ve asırlar boyunca o Ruhun, Maneviyatın tebliğinde ve bizlerin de bu tebliğe teşvik edilmemizde yardımları olan herkese şükranlarımızı sunuyoruz. Bu anlardan dolayı, O’nun güzelliklerine şahit olmak üzere bir araya getirilmiş olmaktan dolayı müteşekkiriz.
Hem babasıyla olan samimi anlara dair kıssalar, hem de Şems-i Tebrizi’nin (as ecmain) , bizzat kendi tecrübesi olduğu kadar, naklettiği sırların ifşası kabilinden, Ruh’un pek çok güzelliği, Sultan Bahaeddin Muhammed Veled tarafından tebliğ buyrulmuştur. Burada, her insanın doğuştan getirdiği bir hak olan, Allah’ın yeryüzündeki halifeleri olmamız gibi, Sultan Veled’in naklettiği bazı ibretler/dersler üzerinde tefekkür edeceğiz. O, bizimle Ebedî’nin huzurunda şahit olarak durmanın, Ebedi Aşk’a şahitlik etmenin ve onu naklederek, tevazuuyla, şahsiyetin güzelliğiyle ve muhabbetle hizmet etmenin misallerini paylaşıyor.
Devamını okuyun »
BİLAL KEMİKLİ
Sultan Veled, Mevleviliğin kurucusu olarak kabul edilmektedir. Mevlana eserleriyle ve bazı uygulamalarıyla fiili olarak yolun teorik zeminini temellendirmiş; Sultan Veled ise, bu teorik zemini ma’mur kılmıştır. O, on yaşından itibaren Mevlana’nın bütün toplantı mahfillerinde bulunmuş bir şahsiyet olarak, babasının muradını müdriktir. Nitekim babası onu, “yaratılış ve ahlak itibariyle bana insanların en fazla benzeyenisin” diye tavsif etmektedir. Bu benzerlik, ona “yolun mimarlığı”nı bahşetmiştir. Maamafih Sultan Veled, her şeyden evvel “yolun mimarı” olması hasebiyle dikkat çeker; onun şairlik, sanatkarlık ve düşünürlük gibi sıfatları daha sonra gelir. Şunu söylemek mümkündür: Yolun mimarı, çağını aşan bir şair, çağını aşan bir sanatkar ve çağını aşan bir düşünürdür. Bu tebliğde, çağını aşan yol mimarını, muhiti itibariyle konu edinmek istiyoruz.
Sultan Veled’in muhitini tespit etmek, hem dönemi içinde sosyo-kültürel mevkiini ortaya koymak, hem de ilmî ve estetik dünyasını daha iyi tahlil etmek bakımından önemlidir. Burada kelime olarak bir şeyi ihâta eden, etrafını çeviren ve kuşatan anlamına gelen muhit kelimesi, sadece, sosyolojik anlamda içinde bulunulan çevre karşılığında kullanılmamaktadır. Muhit, hem-zebân, hem-hâl ve hem-hayâl tabirlerinin ihsas ettiği bir anlama sahiptir. Aynı dili konuşan, aynı duygulara ve aynı hayallere, ufka sahip olanlar muhit oluşturur. Zira bu ortak alanlar, zaman içerisinde algı kalıplarını da etkilemektedir. Bu anlamda muhit kelimesi, Zümrüd-i Ankâ’ya ulaşma niyetiyle yola çıkan Sî-murgun hikayesinde olduğu gibi, bir ortak amaç uğruna cem olmaktır.
Devamını okuyun »
The Legacy of Hazret-e Sultan Valad
Dr. Barihüda Tanrıkorur
Today with your kind permission I would like to discuss Hazrete Sultan Valad and his legacy. As you can see from the slide, from the topic which involves Hazreti Mevlânâ, the almost 700 year old Tariqat-i Mawlawiyya and its ensuing period, we will concentrate on only a small, but probably the most conspicuous and well known part of this legacy, the Mawlawi Sema Ritual Ceremony known as the Mawlawi Âyini Sharîf. However, because this topic is so vast we will only examine those sections where Hazrete Sultan Valad is commemorated.
After Husameddin Chalabi who had made the first attempts to organize an order, in 1292 when Sultan Veled Hazretleri became the spiritual leader, the sources say that he founded the Tarikat-i Mawlawiyya by incorporating his father, Hazreti Mevlânâ’s teachings and training methods. However the sources do not go into details about what Sultan Valad actually started or did when he founded the order, therefore it is very difficult for us to separate what he did from what was added or developped after him.
Devamını okuyun »
Fabio Alberto Ambrosio, Dr.
Mevlana Rumi’nin cenazesindeki Müslümanların agiographic geleneği dervişlerin seması ya da çok değerli mevlevilik, Konya şehrinin nüfusunun büyük kısmını toplar. Sadece üstad Rumi’nin müritleri değil sade Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler bu kutsal insane için düzenlenen özel törene iştirak ettiler. Rumi biyografisinde Aflaki’nin belirttiği gibi: “Padişah ve vezirlerine haber sağır eden söylentiler halinde ulaştı ve sonra ızgınlıkla kalktı ve onların imam hükümdarı ve dinsel öğrğtmğni olduğu için keşiş ve rahiplerin önderlerini çağırarak bu olay hakkında onluır sorguladı. Onlar dediler ki: “Biz Musa’nın, İsa’nın ve bütün peygamberlerin gerçeklilerini onun açık sözlerinden anladık ve kendi kitaplarımızda okuduğumuz olgun peygamberlerin doğa ve hareketlerini onda gördük. Siz Müslümanların Mevlânâ’yı nasıl devrinin Muhammed’i olarak tanıyorsanız, biz de onun zamanın Musa’sı ve İsa’sı olarak biliyoruz. Siz nasıl onun muhibiyseniz, biz de bin şu kadar misli daha çok onun kulu ve müridiyiz..” Onun gerçek arkadaş olduğu gibi, biz de sizing daha çok arkadaşınızız, hizmetkarınız, öğrenciniziz, gerçekten de şöyle yazılmıştır: “ Yetmiş iki millet sırrıni bizden dinler. Biz bir perdeden yüzlerce ses çıkaran bir neyiz.. ” (Huart, 1918-1922, vol. I, s. 96). (1)
Devamını okuyun »
Yard. Doç. Dr. Rahmi Oruç Güvenç
Azerbaycan Gobustan kayalıklarında dans eden insan figürlerine rastlanıyor. Dans varsa orada melodi ve ritim vardır. 12 ila 14 bin yıl önce yapılmış. Rus araştırmacı Rudenko ve Griaznov Altaylarda, Pazırık ve Başadar bölgesinde kazı yapıyorlar ve kilim parçalarıyla beraber bir enstrüman buluyorlar: Çeng . Bunun tarihçesini Rudenko MÖ 1700 yıllarına kadar götürüyor. İki bin de buradan 3700, 4000’e yakın bir enstrüman belgesi ortaya çıkıyor. Bu çeng’in benzerini biz yaptık. İcra ediyor, terapilerde kullanıyoruz. Bu enstrüman beş seslidir, pentatonik özellik gösterir.
Pentatonik müzik bizim musikimizde çok önemli bir belge. Rahmetli Ahmet Adnan Saygun’un Türk Halk Musikisinde Pentatonizm isimli eserinden alınan Macar araştırmacı Benedict Szabolcsi’ye ait bir harita. Çıkış yeri Altay, Güney Sibirya. Oradan Dünya’ya yayılmış.
Devamını okuyun »
SULTAN VELED HAKKINDA YAZILMIŞ ŞİİRLERDEN BİR DEMET
AHMED EFLÂKÎ (1360):
Ey ki hezâr âferin bu nice sultân olur
Kulu olan kişiler hüsrev ü hâkân olur
Ayağının tozunu sürme çeken gözüne
Nesne görür gözü kim vâlih ü hayrân olur
Devamını okuyun »
SULTAN VELED’İN TÜRKÇE ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER[1]
DİVAN-I SULTAN VELED’DEN:
Bakma bana, bakma bana / bu göz ile, bu göz ile[2]
Can gözünü ger açasın / sen n’olasın, sen n’ola?
Ger beni sen gey göresin / kendizini bey göresin
Ne nese kim isterisen / sana gele, sana gele
Devamını okuyun »