ŞEMS İLE AYDINLANAN HZ.VELED
Cemâlnur Sargut
İnsandadır aşkın kemâli, insandadır cemâli
İnsandadır esmâ vü sıfat, zât lâkin kâmildedir
Hiç bir yere sığmayan Allah kalb-I kâmildedir
Âb-ı hayât, def’-i memât, hem necât kâmildedir
Kâmili bulsun Ken’ân isteyen Allâh’a visâl
Tasavvufta edep kavramı çok önemlidir, zirâ edep her yerde Allah’ı görme seviyesine ulaşan kişinin hâlidir. Bugün, Hz. Mevlânâ’nın sırrımın sırrı dediği ve ömrü boyunca yaşantı, tarz ve tavrından Hz. Pîr’in sırrının edep olduğunu ispatlayan bir sultandan, Hz.Sultan Veled’den bahsedeceğiz. Konumuz ezelden nasipli bu sultanı yetiştiren mürşidi Hz. Şems ile ilişkisi ve mürid-mürşit anlayışı. Bu konunun en güzel örneği Sultan Veled’in Şam’dan Konya’ya dönerken Hz. Şems’e refakat ediş hikayesidir.
Atlı olmak sana değer padişahım; çünkü sen sevgilisin, bense âşıkım,
Sen, gerçekten de efendisin, bense kulum; hattâ sen cansın, ben seninle diriyim,
Benim yaya gitmem, senin ardında başımı ayak yapıp koşmam gerek,
Böylece Veled, bir aydan fazla bir müddet yayan-yapıldak yürüdü: kimi inişte, kimi yokuşta, durmaksızın yol aldı,
Yol, yolculuk güçtü ama kolay göründü; çünkü o zahmet, definenin kapısındaki kilidi açmıştı,
Yolda O’ndan binlerce sır duydu; göğün de ardında yüzlerce âlem gördü,
Hiç kimseye bu, nasib olmamıştır; onun her ihsânından yeniden yeniye sevinmedeydi.
Hocam Kenan er Rifâî, onu, Şemseddîn Tebrîzî’nin hâlini giyen büyük sultan diye anlatır. Öyle ya Hz. Şems Mevlânâ’ya “sana başımı ona sırrımı verdim” buyurmuyor mu? Zirâ Ahmed er Rifâî de, şeyhin hâli mutlaka müridlerde tezâhür eder, diyor.
Gene hocam “la mevcûda illallah” buyururken, “mevcûdatta görünen şeylerin tümünün esmâ ve sıfat tecellîsine mazhar olduklarını söyler. Tecellîye nihâyet yoktur, Cenâb-ı Hak her an başka bir tecellîdedir. Abd bir mazhardır, vücûdunda zâhir olan Hakk’tır. Şu halde abd kendisinde zuhûr eden tecellî itibariyle Rab’dır. Bakın, ey mazharı mürşidde tecellî eden Allah diyoruz. Rab da mukayyet bir vücuttan zuhûr etmesi itibariyle abddir. Eğer vahdet nûru tecellî ederse o kimse cümlede hakkı müşâhede eder. İşte edebin mânâsı budur. Vahdet galebe gelince âşıklık, mâşukluk, sizlik, bizlik kalmaz, hepsi bir olur” derken Şems ile Sultan Veled’in mürid-mürşit ilişkisini anlatır.
Şems’in Veled’in mürşidi olduğuna şüphe yoktur. Zirâ Şems’in gaybûbetinde Hz.Mevlânâ oğluna hitâben “Bahaeddin niye uyuyorsun, kalk şeyhini ara. Yine can burnunun onun güzel kokusundan mahrum kaldığını görüyorum” diye bağırır. Sipehsâlâr da “en büyük oğlu Sultan Veled onun müridiydi” diyerek konuya açıklık getirir. Sultan Veled’in Şems’e beslediği derin sevgi tartışılmaz. Hattâ bir yerde, insanların bölük bölük ve her cinsin birlikte haşrolacağını anlatırken, “o gün Şemseddîn ve ben eşsiz bir sûrette ve herkesten ayrı olarak haşrediliriz” buyurur. Hatta Sultan Veled’in Hz.Şems’in Makalatını derleyen kişi olduğu bilinmektedir.
Sultan Veled tıpkı babası gibi her yerde mürşidinden bahseder;
Nasıl ki yarattığı âlemi bize göstermek için “şems”i yâni güneşi, ışığı ve gölgeyi yarattıysa, kendi büyük hakîkatini daha iyi bilip görmemiz için de kâmil insanları, velîleri, mürşitleri halk etti. Ortadan ışık kalktığı zaman nasıl hiç bir şey görünmeyecekse, o kâmil insanların aydınlatıcı himmetleri olmayınca da en büyük hakîkati, yâni en büyük varlığı, iyiliği ve güzelliği görmek mümkün olmaz.
Sultan Bahaeddin mürşidini anlatırken genellikle babasıyla olan ilişkisinden bahseder;
Mevlânâ, Allah katında, gerçeklik, temizlik bakımından herkesten daha ileriydi, daha hastı,
Allah, Şems’in ona yüz göstermesine, o sûretle de yakınlığının daha da artmasına râzı oldu, Diledi ki artık başkasına tamah etmesin, başkasının sevgisini gönlünden atsın;
Âlemde, tek kişi olsa, çağının özü-özeti bulunsa bile ondan başka hiç kimseyi aramasın;
Kimseye bu ihsandaki özellik nasîb olmasın, bu buluşmaya ancak o nâil olsun,
Bir hayli bekleyişten sonra Şems’in yüzünü gördü; sırlar, ona gün gibi âşikâr oldu,
Görülmesi mümkün olmayanı gördü; kimseden duyulmayacak şeyleri duydu,
Niyâz ederek onun kokusunu aldı da perdesiz olarak yüzünü gördü,
Ona âşık olup elden çıktı; yanında yücelikle alçaklık bir kesildi,
Onu evine çağırdı; padişahım dedi, bu sözü şu dervişten işit;
Evim sana lâyık değil ama gerçek olarak sana âşıkım ben,
Kulun nesi varsa, ne elde ederse, şüphe yok ki hepsi, efendisinindir,
Bundan böyle ev, senin evin; tam bir inançla dosdoğru hareket et,
Bundan sonra ikisi de hoş bir suretle yürüdüler; sevinerek, gülerek eve doğru yol aldılar.
Hz. Mevlânâ gönül evini Şems’e açmış, Şems’in ehl-i beyt’i olmuştur. Tıpkı Allah-u Teâlâ’nın Hz.Davut’a vahyi gibi “Ya Davut benim için bir ev boşalt ki, orası benim olsun” ki evden murad Davud’un kalbidir. Nesi var nesi yoksa mürşidinin önüne sermiş, ve şu hâle gelmişti.
Devamı yakında Nefes Yayınları tarafından yayınlanacak olan “Sırrın Sırrı Sultan Veled” kitabında yayınlanacaktır.