Hayatı


Meliha Ülker ANBARCIOĞLU

Bahaeddin Sultan Veled, 25 Rebiülâhır 623/25 Nisan 1226 tarihinde, şimdi Karaman denilen, Lârende kasabasında doğdu.

Babası, XIII. yüzyılda Anadolu’da yaşayan büyük Türk mutasavvıfı ve şâiri, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, annesi, Mevlânâ’nın lalası ve dostu olan Semerkandlı Şeyh Şerefüddin’in kızı Gevher Hatun’dur.

Oğlunu çok seven Mevlânâ ona babasının adını vermiştir.(1)

Mevlânâ ve yakınları tarafından Bahaeddin diye çağırılan müellif, daha çok Sultan Veled olarak bilinir.

Gevher Hatun’un küçük oğlu Alâeddin’in doğumundan bir süre sonra ölmesi üzerine, küçük yaşta annesiz kalan Sultan Veled’le, dadısı Kiramana ve üvey annesi Kira Hatun’un annesi Büyük Kira Hatun meşgul olmuşlardır.

Eflâki’nin başkalarından naklen Sultan Veled’in çocukluğu hakkında yazdığı şeylerden, Mevlânâ’nın da çocuğu ile çok yakından ilgilendiğini anlıyoruz: “Hazret-i Sultan Veled küçükken dâima Hazret-i Mevlânâ’nın kucağında uyurdu. Mevlânâ namaza kalkınca o uyanıp ağlardı. Bunun üzerine Mevlânâ, çocuğunu avutmak için namazı bırakır, onu kucağına alırdı. Annesinin sütünü istediği zaman da onu, baba sevgisinin sâf sütü ile doyururdu. Bu mânevi sütle doyan Sultan Veled, tekrar uyurdu.” (Manâkıb al-‘ârifîn s.428).

 Çocukluğu hakkında daha fazla bir şey öğrenemediğimiz Sultan Veled’in ilk öğrenime nasıl ve ne zaman başladığına dair etraflı ve kesin olarak bir şey bilmiyoruz. Yalnız, aydın bir baba olan Mevlânâ’nın lüzum gördüğü andan itibaren çocuğunun eğitim ve öğrenimi ile bizzat meşgul olduğu bir gerçektir.

Sultan Veled’in bir hâtırasını anlatırken: “Henüz küçüktüm; yeni yetişiyor, yeni yazı yazıyordum.” (Manâkıb al-ârifin s.441) demesi, Mevlânâ’nın bu lüzumu ne kadar erken gördüğünü açıklıyor.

Böyle iyi bir hazırlık devresi geçirdiği kuvvetle tahmin edilen Sultan Veled, daha sonra, yine Mevlânâ’nın gerek görmesi üzerine, daha sistemli bir şekilde öğrenmek ve yetiştirmek için, küçük kardeşi Alâeddin ile beraber, dedesi Şeyh Şerefüddin’in yönetimi altında, önce Haleb’e daha sonra Şam’a gitmiştir. Eflâkî, bir vesile ile, çocukların Şam’da uzun zaman kaldıklarını yazıyor; fakat ne zaman gittiklerini, ne kadar kaldıklarını ve hangi medreselerde okuduklarını söylemiyor. Mevlânâ’nın da bu sırada çocuklarına büyük babalarına itaat etmeleri ve onu incitmemeleri için yazdığı, onların öğrenmeleri kadar eğitimleri ile de ilgilendiğini gösteren bir mektup (Mektubat-ı Mevlânâ’da)2 vardır. Fakat bu mektuptan da bahsedilen tarihleri öğrenemiyoruz.

Dinî ilimleri öğrendikten sonra Konya’ya dönen Sultan Veled, babasının bulunduğu her toplantıya katılmış, buradaki ilmî, dinî ve tasavvuf! konuşmaları büyük bir dikkatle izleyerek, bilgisini ve görgüsünü artırmıştır.

Eflakî eshâbın ileri gelenlerinden Mevlânâ Hüsâmeddin iskender,Cemâleddin Kumrî, Siraceddin Tatarî ve imam İhtiyarüddin’den naklen şöyle anlatmaktadır: “Sultan Veled, babasından hiç ayrılmazdı; hattâ gençlik çağına kadar daima babasının yanında otururdu. Gençliğinin ilk devrelerinde birçok kimseler onu Mevlânâ’nın kardeşi zannederlerdi. Mevlânâ de bu benzerliğe: “Sen, insanların iç ve dış yaratılışları bakımından, bana en çok benzeyenisin”sözüyle işaret etmiştir.” (Manâkıb al-arifin s.428) Ve yine Allahsal dost Siraceddin Mensevihan şöyle rivayet eder ki: “Bir gün Hazret-i Mevlânâ’nın ziyaretine büyük adamlar gelmişlerdi. O gün, marifet esnasında, Mevlânâ, Musa’nın asasının vasfını anlatıyordu: “Musa’nınasası, sihirbazların yetmiş deve yükü ipini ve uydurma takımlarını, Allah’ın yardımı ile, öyle yuttu ki, onlardan en küçük bir iz kalmadı.Böyle hepsini yok ettiği halde, ne büyüdü ne de küçüldü. Şimdi bu eşsiz, benzersiz işe nasıl bir örnek verelim ki, insanların aklına sığsın ve bunun yardımı ile onu kavrayabilsinler”2 dedi ve daima babasının inayet gözünü gözleyen Hazret-i Veled’e: “Bahaeddin, mânayı sen açıkla”, diye iltifat etti. Hazret-i Veled, yere kapanıp, bunun örneği şudur: “Bir kimsenin büyük bir sarayı olsa; karanlık bir gecede, bu saraya yanan bir mum getirseler; bu mumun ışığı, sarayın içindeki karanlığı öyle yutar ki, karanlıktan bir eser kalmaz. Buna rağmen mum, ne artar, ne de eksilir” dedi. Bunun üzerine Hazreti-i Mevlânâ hemen kalkıp, Sultan Veledi kucakladı, gözlerinden öptü ve durup durup aferin Bahaeddin! aferin!… İyi anlattın, nadir bir inciyi deldin “buyurdu”. (Manâkıb al-arifin s.431)

Eflâki’de bulunan bu ve daha bunun gibi rivayetlerden, Sultan Veledinbabasının bulunduğu toplantılara iştirak ettiği anlaşılmaktadır. Mevlânâ’nın bu toplantılarda, oğlunun bilgi ve anlayış derecesini tâyin etmek ve konuşmalarını onun ve başkalarının anlayabileceği, faydalanabileceği bir hale getirmek için bir şekilde oğlunu denediği anlaşılıyor. Sultan Veled’in yirmi yaşında halvete girip çile çıkarması, bu tarz bir yetişmenin onun için ne kadar verimli olduğunu gösterir, Eflâkî, başkalarından naklen, bu olayı bütün ayrıntıları ile anlatıyor: “Hazret-i Veled, yirmi yaşında iken, bir gün Hazret-i Mevlânâ’dan, halvete girip çile çıkarmak için izin istedi. Mevlânâ: “Bahaeddin, halvet Muhammed ümmeti için değildir; bizim dinimizde bid’attır. Fakat Musa ve İsa’nın -Onlara selâm olsun- şeriatında halvetin yeri vardır. Bizim bütün bu çalışıp çabalamalarımız, oğullarımızın ve dostlarımızın, rahat ve huzu­runu yerine getirmek içindir. Halyete lüzum yok; zahmet çekme, mübarek vücudunu inciltme.” buyurdu. Fakat Hazret-i Veled:“Mutlaka kırk gün halvette kalıp, çile çıkarmak istiyorum. Yalnız, Hazret-i Hüdavendigâr’dan himmet ve kuvvet dileyecektim.” diye ısrar edince, Hazret’i Mevlânâ, izin verip bir halvet hazırlattı ve halvete girdikten sonra ona ara sıra çiçek getirmelerini tenbih etti. Üç günde bir, Şeyh Salâhaddin ve Mevlânâ Hazretleri, halvetin etrafında dolaşıyor ve onu yüklüyorlardı. Kırk gün tamam olunca, yaranın ve büyüklerin hepsi, gûyendelerle hâzır olup, büyük bir gurur ve saygı içinde halvetin kapısını açtılar. Hazret-i Mevlânâ, Hazret-i Veled’in, nura batmış ve yüzünün başka bir şekil almış olduğunu gördü. Hazret-i Veled de, babasının yüzünü görünce yere kapanıp, babasının mübarek ayaklarına sarıldı ve uzun uzun onları öptü. O gün Mevlânâ, ne kadar çok bağışta bulundu! Dostlarısevinçlerinden semâ etmeye başladılar. Mevlâna birçok hil’at bağışladılar.

Semâ bitti; ortalık tenhalaştı, en yakın dostlardan başka kimse kalmamıştı. Hazret-i Mevlânâ: “Bahaeddin, haydi! bizim Şeyh Salâhaddinimizin huzurunda, halvette iken Allah’ın sana bildirdiği sırlardan bir remiz söyle, çünkü halvet erbabı, onun tadını almadan yapamazlar” buyurdu. Hazret-i Veled, yere kapandı ve: “Halvetin otuzuncu günü yüksek dağlar gibi, rengârenk nurların, birbiri arkasından gözlerimin önünden geçtiğini gördüm ve o nurun arasından, “Allah bütün günahları bağışlar”, diyen bir ses duydum. Bu ses, birçok defalar akıl kulağıma geldi; bu sesin etkisiyle aklım başımdan gitti, kendimden geçtim. Yine, gözümün önünde kırmızı, yeşil ve beyaz nurların peyda olduğunu ve bunların ortasında, “Senin benden yüz çevirmenden başka, bütün günahların affedilir.” ibaresinin yazılı bulunduğunu gördüm.Mevlânâ, çığlık kopararak dönmeğe başladı. Dostlar, kıyametler kopardılar. Bunun üzerine, Mevlânâ: “Bu söylediklerin gerçekten, gördüğün ve işittiğin gibidir, hattâ anlattığının yüz katıdır; fakat şeriatın namusu ve şeriat sahibine uymak için, bu sırları kimseye söyleme, gizli tut. Çünkü, çalmadan oynayan bu insanlar, eğer bugerçeklerin sırrına vâkıf olurlarsa, yıkıcılığa başlarlar. Ümmetten gönülleri zayıf olanların ise, sırları bilmeye tahammülleri yoktur.Bunlar Allah’ın hikmetlerinden habersiz, beşer suretinde eşeklerdir” buyurdu.( Manâkıb al-arifin 421-4)3

Bu şekilde oğlunun istediği gibi yetişmesinden, olgunlaşmasından memnun olan Mevlânâ, sevincini ve oğluna verdiği değeri: “Bahaeddin, benim bu âleme gelişim, senin zuhurun içindir. Benim bütün söylediklerim, nihayet söz­lerimden ibarettir. Halbuki sen, benim işim ve eserimsin.” sözleriyle ifâda ediyor.

Sultan Veled, yalnız babasından faydalanmakla kalmamış, gençliğinin ilk devrelerinden itibaren sırasiyle Mevlâna’nın bozan etkisinde kaldığı, ekseriya etkide bulunduğu ve büyük bir değer verdiği, Seyyid Berhaneddin Muhakkik Tirmizî, Şemseddin Tebrizî, Salahâddin Zerkûbî ve HüsameddinÇelebiden de feyz almış, bunlara gösterdiği saygıya karşılık, hepsinin sevgisini kazanmıştır. Mevlânâ’nınki kadar derin, kuvvetli ve devamlı olmamakla beraber, bunların da sırasıyla Veled’e tesir ettikleri anlaşılıyor. Meselâ dilimize çevirdiğimiz Maârif adlı bu kitapta bu etkinin izlerini açıkça görmekteyiz.

Eflâki: Hazret-i Veled, Hazret-i Seyyid Burhaneddin’i canının ve gön­lünün kıblesi yapmıştı.   Ona pek çok  hizmet ve  hürmette  bulundu. (Manâkıb al-ârifİn s.429) yazıyor. Yine Eflakinin Seyyid Burhaneddin’e ait olduğunu söyleyip kaybettiği bir hikâyeyi Sultan Veled. Maârifinde anlatıyor. Seyyid Burhaneddin 638/1240 tarihinde öldüğüne göre, Veled bu tarihte henüz on beş yaşında genç bir çocuktur. Onun bilgisini tamamen kavrayacak bir çağda olmamakla beraber, etkisinde kalması mümkündür. Ona saygı göstermesi ve hizmetinde bulunması da bunu gösterir. Sultan Veledin bu şahsiyetlere lâzım gelen önemi vermesinde babasının büyük bir etkisi olduğu gibi, kendi “değer­lendirme yeteneğinin” de payı vardır. Mevlânâ, oğlunu Şems’e murîd yapmıştır;(Manâkıb al-‘ârifın s.333) Sultan Veled ise, babasının ölümünden sonra, içten gelme bir kadirbilirlikle, kendiliğinden, Hüsameddin Çelebi’nin mürîdı olmuştur.

643/1245 tarihinde Konya’yı terkederek Şam’a giden Şems’i davet için Mevlânâ, Sultan Veledi Şam’a göndermişti. Salihiye denilen bir kervansarayda Şems’i bulan Sultan Veled, bir hayli rica ve ısrarda bulunarak, nihayet onu birlik­te Konya’ya dönmeğe razı etti. Şems’i kendi atına bindirip, kendisi yaya olarak Şam’dan Konya’ya kadar geldi. Yolda, Şems onu ata bindirmek istedikçe “Şah atlı, köle atlı, böyle şey olur mu?” diye bu teklifi kabul etmedi. Şems Konya’ya gelince, Mevlânâ ve dostlarına Sultan Veledin bu hizmetini övmüş ve “Ulu Allah’ın bağışlarından iki şeyim var: Başım ve sırrım. Başımı içtenlikleMevlânâ’nın yolunda feda ettim. Sırrımı Bahaeddin’e bağışladım. Eğer Bahaeddin’in ömrü, Nuh’unki kadar olsa ve bunun hepsini harcasa idi, bu yolculukta benden elde ettiği feyzi elde edemezlerdi. Kendisini sizin de ödüllendireceğinizi ve onun kâmil bir pir, büyük bir şeyh olacağını umuyorum.” sözleriyle Veled hakkında iltifatta bulunmuştur (Manâkıb al-arifin s.377-379).

Oğlunun, sevdiklerine karşı, bu türlü hizmetlerde bulunmasından çok mem­nun olan Mevlânâ, bir gün medresenin duvarına: “Bizim Bahaeddinimiz bahtlıdır. İyi yaşıyor ve rahatça ölecek.” diye yazmıştır.

Sultan Veled, Şems’in tamamen kaybolmasından sonra, babasının teveccühünü kazanan Şeyh Salâhaddin Zerkûb’un da ilgisini çekmiş, onun itimadını ve sevgisini kazanmıştır. Bir gün şeyh kendisine: “Bahaeddin, benden başka bir insana bakma, kimseye iltifat etme. Gerçek şeyh benim. Öteki şeyhlerin sözleri zararlıdır.” öğüdünü vermiştir (Manâkıb al-‘ârifın s.383).

Sultan Veled, bu zatın kızı Fatma Hatun ile evlenmiştir. Bu hanımdan ilk çocuğu Arif Çelebi’nin doğum tarihi, Eflakinin yazdığı gibi 670/1271 olmayıp, 660/1261 olur ve şeyhin ölümü 662/1263 yılında kabul edilirse, Fatma Hanım evlendiği zaman, babasının hayatta olması mümkündür. Eflâki: “Hazret-i Sultan Veled, bir gün kayınpederi Şeyh Salâhaddiriin huzurunda vaaz etmek istedi” diye Şeyhten, Sultan Veledin kayınpederi olarak söz ediyor. Bir yerde de, Sultan Veledin kayınpederi Şeyh Salâheddin hakkında gösterdiği alçak gönüllülük anlatılamaz, diyor. Bunlar, Sultan Veledin evlendiği zaman, kayınpederinin hayat­ta olması ihtimalini kuvvetlendiriyor.

Fatma Hatundun Mevlânâ’nın evinde büyüdüğünü ve Mevlânâ’nın kendisini çok sevdiğini, ona okuyup yazmayı öğrettiğini, babası Şeyh Salâhaddin’i çok sevdiği için, kızını oğlu Sultan Velede aldığını ve Fatma Hatun’un dindar, faziletli, kerametler gösterecek kadar ermiş bir kadın olduğunu Eflâki’den öğrenmekteyiz. (Manâkıb al-ârifin s.392). Fatma Hatun, Mevlânâ’nın kendisine gösterdiği yakınlığı: “Benim hakkımda, küçüklüğümden beri inayeti vardı. Bana büyüklük ve babalık ederdi.” sözleriyle doğruluyor. (Manâkıb al-ârifin s.452), Sonradan,Mevlânâ’nın Fatma Hatun’a yazdığı bir mektup, Eflaki’nin rivayetlerini doğrulayıcı niteliktedir. Mevlânâ, Sultan Velede Fatma Hatun’u üzdüğü için çok sert bir mektup yazarak, karısını hoş tutmasını tenbih etmiştir.4

Bir gün, Büyük Kira Hatun, evdeki hizmetçilere iyi davranmadığı için, Sultan Veledi babasına şikâyet etmişti. Bunun üzerine Mevlânâ: “Allah Bahaeddin’i seviyor, ona sert söz söyleyemem o, hareketlerinde serbest ve kendisine boyun eğilecek bir insandır.” sözleriyle oğlunu müdafaa etmişti. Halbuki, gelinine yazdığı mektuplarda, Sultan Veled kendisini incitmeye devam ederse, ona selâm bile vermeyeceğini, hattâ cenazesine gelmemesini vasiyet edeceğini söylemiştir.Allah’ın bile sevdiğine inandığı oğluna o kadar sert davranması için Mevlânâ’nın Şeyh Salâhaddin’in hâtırasına ve gelininin haklarına, büyük bir önem vermiş olması gerekir.

Şeyh Salâhaddin Zerkûb’un ölümünden (1261) sonra Mevlânâ, mürîd-lerinden Hüsameddin Çelebi’yi halife seçmişti. Etrafındakiler gibi Sultan Veled de bu seçime taraftar olmamakla beraber, babasına duyduğu büyük saygıdan düşüncelerini açıklamamıştır. Son günlerini yaşayan Mevlânâ’ya eshâbın, kendinden sonra halifenin kim olacağını ve Bahaeddin için ne vasiyet edeceğini sormaları üzerine Mevlânâ, ilk soruya:“Hüsameddin Çelebi, ikinciye ise, o pehlivandır, vasiyete ihtiyacı yoktur cevabını vermiştir (Manâkıb al-ârifın s.300).

Mevlânâ’nın 672/1213 tarihinde ölümünden sonra, Sultan Veled, babasının son arzusuna saygı gösterip, tesis etmekte olduğu hAevlevî tarikatının bu şekilde hareket etmekle, kazancını da şüphesiz gözönünde tutarak, Hüsameddin Çelebi’nin halifeliğini kabul etmiştir. Eflâkî, bu olayı şöyle yazmaktadır: “Hazret-i Mevlânâ’nın ölümünden yedi gün sonra, Hüsameddin Çelebi, Hazret-i Sultan Veled’in huzuruna gelerek ona, babasının yerine geçmesini teklif etti. Hazret-i Veled: Şah’in vasiyeti olduğu gibi hilâfet ve taht sizindir dedi veÇelebi’nin elini öptü. Böylece onbir sene onu babasının yerindegörmüş, mürşîd bir halife bilmiş ve tam bir samimiyetle ona mürîdlik etmiştir (Manâkıb al-ârifın s.429). Sultan Veled de bunu ibtidanâme’sinde şöyle: anlatmıştır: “Onun zamanında bizim halifemizdin, bundan sonra da hiçbir değişiklik olmayacak. Sen, bir imam gibiydin, biz de imama uyanlardık. Biz, Şah’tan böyle öğrenmiştik. Sen bizim eninde sonunda halifemizsin ve her iki âlemde şeyhimiz ve rehberimizsin.”6

Veled’in bu hareketi, yakınları tarafından iyi karşılanmamış, hattâ Büyük Kira Hatun itiraz ederek, onu babasının yerine geçmeğe ve Hüsameddin Çelebi’nin elinden hilâfeti almağa teşvik etmiştir. Bunun üzerine Sultan VeledBen onu kendime rehber yaptım halife bildim. Ömrüm oldukça onun peşinden koşacağım” diyerek, sonuna kadar sözünde duracağını belirtmiş ve gerçekten de sözünü yerine getirmiştir. Maârif de, bir insanın hayatta iken, yani ölmeden yerini ve işini elinden almanın, köpeklerin bile yapamayacağı, çok aşağılık bir davranış olduğunu anlatan Sultan Veled’in bunları yazmasına bu olayın sebep olduğu düşünülebilir.

Nihayet, Hüsameddin Çelebi’yi ölmeden birkaç gün önce, mürîdleriyleberaber ziyarete giden Sultan Veled, ağlayıp sızlayarak, ona: “Bu dünyadan göçmenizden sonra benim halim ne olacak? Kiminle oturayım: Canımın besinini kimden alayım? Gönlümün sırrını kime söyleyeyim? Bu ayrılık derdimin ortağı kim olacak?” dedi. Hüsameddin Çelebi, yerinden doğrulup Sultan Velede yaslanarak oturdu ve:

“Canım, nurum! üzülme, keder etme. Bundan sonra karşılaşacağın güçlükleri, sana başka bir şekilde görünmek suretiyle hallederim. Bu şekilde başka birine ihtiyacınız kalmaz. İrşad için önüne çıkan her suretin benden başkası olmadığını bil!” diye onu teselli etmiştir.7

683/1284 tarihinde Hüsameddin Çelebînin ölmesi üzerine Sultan Veled, büyük bir manevî sarsıntı geçirmiş, büyük bir yalnızlık duymuştur. İbtidanâme de bu halini çok samimi ve içli beyitlerle anlatıyor: “O, onyılsonra bir gün hastalandı ve Allahının huzuruna gitti. Veled, yetim bir çocuk gibi, yapayalnız kaldı. Korkudan ağladı ve çok zayıfladı. Çölde, sığınaksız ve kimsenin şefkatini görmeden yaşayan ve şaşkınlık içinde kalan bir çocuk gibi kendinden ümidini kesti; karanlık ve gam kuyusunda kaldım, diyerek, böyle bir dostun ayrılığının verdiği üzüntü ve keder ile, başını duvarlaravuruyordu.” (Velednâme, s. 123.) Bizzat Sultan Veled’in anlattığı bu olaylardan, onun Çelebîye olan bağlılığını ve Çelebi’nin de onun üzerindeki büyük etkisini görmüş oluyoruz.

Halkın dayanılmaz ısrarı üzerine 683/1224 tarihinde Sultan Veled, halifeliği kabul ederek Mevlânâ postuna oturmuştur. Bu tarihten ölünceye kadar bu makamda kalarak eserlerini yazmış, Mevlevî tarikatının sistemli bir şekilde kurulmasına çalışmış, babasının esaslarını koyduğu tarikat âdabına yeni bir takım usuller, kaideler ilâve etmiş, Konya dışında tekke ve zaviyelerin kurulmasını sağlamıştır. İbtidanâme’de, bu faaliyetini: “Hepsi hakkıyla rehber oldular ve her biri şeyh ve rehberliğe lâyıktı. Hepsi bir güneşten birer lâl oldu, hepsine Allah’dan bir müjde erişti; hepsi mertçe yollarına devam ettiler; can­larını ve varlıklarını feda ettiler; biz onlar için şecere yazıncaya kadar onların bağları, hesapsız meyveler verdi; hepsi Faruk gibi sadakat gös­terdiler ve her birinin sesi ayyuka çıktı.” (Velednâme, s. 156). sözleriyle anlatmaktadır. Eflâkî de, bunu: “Tam yetmiş yıl, durup dinlenmeden babasının sözlerini açık ve kesin bir ifade ile takrir buyurdu ve sırların şerhinde, haberlerin tefsirinde yed-i beyzâ gösterdi, bütün Rum ülkesini değerli halifelerle doldurdu.” (Manâkıb al-‘ârifîn s.429) diye yazmıştır.8

Eflakide bu faaliyet tarzını anlatan daha birçok menkıbeler vardır. Bunların menkıbe tarafları nazar-ı itibâre alınmasa bile, ortak ve gerçek olan yanları, Sultan Veledin, etrafını şiddet göstererek değil, zamanını ve çevresini inandıra­bilecek şekilde zekâ ve bilgi mahsulü olan kerametler göstererek kazanmış olmasıdır. Bundan başka, yaşadığı devrin politik ve sosyal durumunun da Onun büyük bir nüfuz sağlamasında, rolü vardır. Birinci Alâeddin Keykubât’tan sonra Anadolu huzur ve refahını kaybederek Moğol hâkimiyeti altına girmişti. Moğol zulmü ile memlekette genel bir huzursuzluk, halkta büyük bir bezginlik meydana gelmiş; bu durum, insanlara gerçek bir mutluluk ve huzur vaâdeden şeyhlerin ve dervişlerin, halk üzerinde büyük bir nüfuz elde etmelerini sağlamıştı. Ebedî bir hayata ve sonsuz bir mutluluğa kavuşmak isteyen ve manen perişan olan insan­lar, mütemadiyen şeyhler ve dervişlere koşmuşlar, bunların düşüncelerini yay­makta oldukları tekke ve zaviyelere sığınmışlardı. Sultan Veled’in de babasının tasavvuf! görüş ve düşüncelerini yayması ve tarikatını kurup kuvvetlendirmesi için, bu durum çok uygun bir zemin hazırlamıştır.

Doksan yıllık ömrünü, medreselerin, özel toplantıların dinî, ilmî ve tasavvufî havası içinde, büyük bir içtenlikle inandığı şeyleri öğretmek ve yaymak amacı ile bazan sadık bir mürîd, bozan otoriteli bir mürşîd olarak çalışmakla geçiren ve halifeliği sırasında Mevlevîliği teşkilâtlı bir tarikat haline getiren Sultan Veled, nihayet 10 Recep 712 / 11 Kasım 1312 tarihinde bir Cumartesi gecesi, sabaha karşı Konya’da öldü.Cenaze namazı, kendi vasiyeti üzerine Tacedüddin Aksarayî tarafından kıldırılarak, Mevlânâının yanına defnedildi.10

Sultan Veled ölmeden önce şu rubâyiyi ve beyti okumuş: “Benim gibi, ruh âlemine bakınız; aczi bırakınız, kudretli olunuz. Zarif insanlar birer birer gittiler. Sıra bize geldi, hazır olunuz.” “Bu gece mutluluğa erdiğim vekendi benliğimden kurtulduğum gecedir.” (Manâkıb al-arifin s.449).

Risâle-i Sipehsâlâr’da Sultan Veled’in türbesinden üç gün, üç gece göğe kadar nur yükseldiğini, Konyalıların bu nurun ululuğu karşısında hayran kaldığı ve günlerce ağlayarak yas tuttukları yazılıdır.

(Risâle-i Sipehsâlâr tercümesi s.58) Eflâkî de aynı menkıbeyi tekrar ettikten sonra, dostların, bu nurun Sultan Veled’in yerine geçen Ulu Arif Çelebi olduğunu söylediklerini yazıyor. (Manâkıb al-arifin s.448).

Sultan Veledden sonra hilâfete, Mevlânâ’nın hakkında: “Bahaeddin, ben bu çocukta”yedi velinin” nurunu görüyorum; bizim Arifimiz Kutupların nurunu kendinde toplamıştır”, buyurduğu Celâleddin Feridun Ulu Arif Çelebi geçmiştir.

Eflâkînin Ulu Arif Çelebîden naklen yazdığı şu hikâyeden Sultan Veled’in Fatma Haturiun ölümünden sonra Nusret Hatun ve Sünbüle Hatun ile evlendiğini ve bunlardan da üç oğlu olduğunu öğreniyoruz: “Bir gün muhterem babam çok hastalanmış, dostları ondan ümitlerini kesmişlerdi. Annem Fatma Hatun, bu sırada bir gece babamın başı ucunda sessiz sessiz ağlayarak murakabeye dalmıştı.Birdenbire, babam gözlerini açarak, Fatma Hatun üzülme, hakkını helâl et. Bu dünyadan göçmenin sırası geldi. Ben ölüyorum, dedi. Annem de: “Hayır! Hayır sen ölmeyeceksin, ben senden önce öleceğim, sen beni mübarek ellerinle toprağa teslim edeceksin; üzülme, için rahat etsin. Benden sonra bir kadınla evleneceksin, bundan bir oğlun olacak, bundan sonra biriyle daha evleneceksin, bundan da iki oğlun olacak. İşte, çocukların baba, baba diye etrafında dolaşacaklarını görüyorum, dedi. Sultan Veled gerçekten, Fatma Hatundan sonra, evvela Nusret Haturila, daha sonra Sünbüle Hatunla evlenerek birinci hanımdan bir, ikinciden iki oğlu olmuştur. Bunlar sırasiyle Âbid Çelebi (Doğumu: 682/1283, ölümü: 730/1329), Emin Zâhid (Doğumu: 686/1287, ölümü: 735/1334) ve Çelebi Vâcid’dir (Doğumu: 685/1286, ölümü: 734/1333) (Manâkıb al-‘ârifin s.446). Olu Arif Çelebi’nin 718/1319 tarihinde ölümünden sonra, hilâfete kardeşi Hüsameddin Âbid Çelebi geçmiş, 730/1329’a kadar bu görevde kalmıştır. Bunun da yerine kardeşi Vâcid Çelebi geçerek 734/1333 tarihine kadar halifelik yap­mıştır. Zâhid Çelebi Mevlânâ postuna oturmamıştır.

Sultan Veled’in ilk eşi Fatma Hatun’dan Mutahhara Âbide ve Saraf Arife adlı iki kızı da vardır. Mutahhara Hatun’dan doğma Hızır Paşa ve Burhaneddin İlyas Paşa ve Âmir Şah adında 4 torunu bilinmektedir.

 

Sultan Veled’in kişiliği:

Veled râ, nist ney Um u ney velayet

Cüzan ilm u velayet keş peder dâd.

“Veledin babasının verdiği ilim ve velayetten başka bir ilmi vevelayeti yoktur.” Ve “Benim bütün zahirî ve batini ilimlerim o Sultanın bereketindendir.” Diyen Sultan Veledin Divan’ı Mesnevileri ve Maârifinden ibaret bulunan eserleri, onun bu sözlerinde ne derece haklı olduğunu göstermektedir. Yukarıda bahsedilmiş olduğu üzere, Mevlânâ’dan gerekli dinî ve tasavvuf! bilgileri elde eden Sultan Veled, bunları yalnız öğretmekle yetin­memiş bilgilerini başkaları için faydalı bir hale getirmeğe ve öğretmeğe de çalışmıştır.

Risâle-i Sipehsâlâr, onun bilgisini ve faaliyetini şu şekilde anlatıyor:“Hazret-i Sultânü’l-mahbubîn, Maşuku’l-evvelin ve’l-âhirîn Arüfü’l-esrar-ı Uluhiyyet, cemi ulûm-i resmîde bir deryâ-yı bikerâne bir padişah idi. Cemi âlemin paslanmış âyine-i derûnundan müşkilât-ı müphemelerini başka müşahade ile hal buyurdu. Sırr-i lübb-i dekâyıki ber aheng-i katı ve delâil-i vazıh ile kamu huzzâr üzere rûşen ve hüvveydâ buyururdu. Kamu fuzelânın ve ülema-yı ümmetin hayret parmağı dehân-ı hacâlet-lerinde kalırdı. Hacle neşinân-ı Hazret-i Kuds ve mücavirân-ı Hazret-i üns ol Hazretin hakkında: “Aleyke ‘aynullah” dediler (Risale-i Sipehsâlâr tercümesi s.57).

Eflâki de onun ilmini anlattıktan sonra onun öğretim faaliyetini şöyle Övmektedir: “Pek çok düşüncesiz ve duygusuzları arif ve âlim yaptı. Babasının bütün sözlerini başka başka misâller ve eşsiz nazirelerle anlattı ve okuttu. “El veledü sırri ebih” hadîs-i nebevisi sanki Hazret-i Sultan için varidî olmuştu (Manâkıb al-ârifîn, s.429).

Sultan Veledin dinî, şer’î ve tasavvuf! kültürünün değeri onun bu geniş ve köklü bilgisini herkesin faydalanabileceği bir hâle getirmiş ve dâima bu gereği duymuş olmasından ileri gelir, Böyle yapmamış olsaydı, bilgisinin ayrı bir özelliği olmayacak ve tekrara düşecekti. Babasının fikirlerini yayamıyacak, tarikatını tesis edemeyecek, babasından ayrı bir kişiliği de olmayacaktı. Henüz babası hayatta iken bu işin önemini kavrayan Sultan Veled, daha sonra eserlerini bilhassa bu maksatla meydana getirmiş ve vaâzlerinde ve özel musahabelerinde bu noktaya büyük bir önem vermiştir. Sipehsâlâr Risâlesi’nden bazı hususlarda, güçlükleribulunan mürîdlerin bunları çözmek için, Sultan Veledin, eserlerine baş vurduk­larını, bu şekilde de güçlüklerini çözümleyemeyince Sultan Veledin bunları, onlara bizzat açıkladığını öğreniyoruz. Daha önce de anlattığımız gibi, bu şekilde davranmasında Mevlânâ’nın da başlangıçta önemli bir etkisi olmuştur. Sultan Veled, bu tarzda çalışmasaydı Mevlânâ’nın değeri, onu anlamağa, bilgileri ve anlayışları yeterli olmayanlar tarafından lâyıkı ile takdir edilemeyecekti. Onun gösterdiği bütün bu gayrete rağmen, zaman zaman babasının büyük düşünceleri­ni ve samimi hareketlerini mâkul karşılamayanlar, onun yakınlarına olan bağlılığını anlamayanlar olmuştur. Bu, Mevlânâ’nın onların kavrayamayacağı kadar her hususta onlardan ileri oluşunun doğal bir sonucu idi.

Mevlânâ:

Murdem ender hasret-i merd-i durust

Anki mîguyem be kadr-i fehm-i tust

(Akıllı, anlayışlı, bir insanın özlemiyle öldüm.

Bu söylediklerim, sadece senin anlayışın ölçüsündedir) beyti ile kendi üstün düşüncesini ve ileri görüşünü vurgulamaktadır. Sultan Veled bütün güçlüğüne rağmen, büyük mürşîd ve mürîdleri arasındaki bu uzun mesafeyi kısaltmağa, mürîdi, müride eriştirmeğe çalışmıştır. O Veled Mevlânâ’nın yakınları için de aynı şekilde uğraşmış, bu yüzden, bazan mürîdlerin düşmanlığını kazandığı olmuştur. İbtidanâme’nin önsözünde:“Şemseddin Tebrizî ile Şeyh Salâhaddin ve Çelebi Hüsâmeddin gibi Mevlânâ halifeleri, velayet, ululuk ve ilimleri ile tanınmışlardı. Ama, onlar benim sözlerimle meşhur oldular.” diyerek işinin önemini belirtiyor. Haklı olarak duyduğu bu gururu bazan yenemediği görülür. Sultan Veled bir mecliste Şeyh Salâhaddin’in huzurunda vaaz etmek istemiş; bunun üzerine Şeyh: “Sen dinle, marifet ve mev’izeyi bensöyleyeyim. Vahdet âlemine ikilik sığmaz.” diyerek onu susturmuştur. Bir defasında da Mevlâna’yı inkâr edenleri parça parça etmeyi düşünürken

Mevlânâ kendisine:

“Bahaeddin, eğer cennette olmak istersen, herkesle dost ol,

kimseye kin besleme, herkese tevazu göster,

başkalarından ileri olmak isteme ve olma.

Mum ve merhem gibi yumuşak tabiatlı ol. İğne gibi batıcı olma.

Sana kimseden kötülük gelmemesini istersen,

kötü şeyler düşünme ve öğrenme.” öğüdünde bulunmuştur.

Mevlânâ’nın bu nasihate, oğlunun bu küçük zaafını yenmek için lüzum görmüş olması düşünülebilir.

Eflâkinin anlattığı menkıbeler ve Sultan Veledin eserlerinden anlaşıldığına göre Sultan Veledin sağlam yapılı ve düşünceli, müziğe ve nazma vâkıf, keramet derecesinde zeki buluşları olan, düşüncelerini daima açık ve sağlam bir şekilde ifâde eden, sözlerinde ve hareketlerinde dâima aklının kontrolü görülen ve çelişkiye düşmeyen bir kişiliğe sahip olduğu anlaşılıyor. Eserleri bahsinde görüle­ceği üzere, manzum ve mensur eserleri ise Sultan Veledin şairliği ve mutasavvıflığının derecesini belirleyecek niteliktedir.

Meliha Ülker ANBARCIOĞLU

 


(1) Mevlânâ Celâleddin Rûmî, eskiden beri Belh’te yaşayan bir Türk ailesine mensup bulunan, nesebini Ebubekir’e kadar çıkaran, Eflâkîye göre Harzamşah’la akrabalığı olan, bazı kaynaklara göre Harzemşah Mehmed Tekeş’in etkisiyle veya Moğol istilâsı yüzünden 616-618/1219-1221 tarihleri arasında Belh’i terkederek Bağdad ve Hicaz’a gelip buralarda birkaç yıl kaldıktan sonra, Anadolu’ya gelen, Erzincan veya Lârende’de birkaç yıl oturarak, Selçuk Sultanlarından I.Alâeddin Keykubat’ın daveti üzerine Konya’ya gelerek yerleşen ve burada yine Eflâkfye göre 628/1230 tarihinde ölen Sultanü‘l-Ulema Mehmed Bahaeddin Veled’in oğludur. Bahaeddin Veled, 628 tarihine kadar yaşadığına göre, 623 yılında doğan torununa adını bizzat kendisi ver­miş olabilir.

Sultanü‘l-Ulemâ Bahaeddin Veled’in hayatı, düşünceleri ve eseri için bak: Dr. Mahbub Serac, Mevlânâ-yı Belhî ve Pedereş, Kabil 1340 HŞ; Ma’arif-i Muhammed ibn Hüseyin Hatibi-yi Belhî meşhur be Behâ Veled be tashihi-i Bediu’z-zaman Furuzanfer Tahran, Çaphane-i Meclis, 1333 HŞ. (önsöz, S.Elif-Mâ).

(2)Mevlâna Celâleddin-i Rûmî, Mektubât, neşr-i Yusuf Cemşidî pûr-Gulâm Hüseyin-i Emin, Tahran 1956; S. 140,62.mektup.

(3) Burada Mevlânâ, Şeyh Salâhaddin’den, bizim Şeyh Salâhaddinimiz, diye bahsediyor.Mevlânâ, Salâhaddin Zerkûb’u 652/1254 tarihinde mür”îdlerine şeyh tâyin etmiştir. Buna göre, Sultan Veled’in bu halvete girdiği zaman, Eflâki’nin dediği gibi, yirmi yaşında olmayıp, en az yirmi dokuz yaşında olması gerekir. Sultan Veled, birkaç defa halvete girmiştir. Eflâkinin, bununla diğerlerini veya daha öncekileri karıştırmış olması ihtimal dahilindedir.

(4)Bak: Mektubâtı Mevlânâ, S.77-78; Manâkıb al-ârifîn, S.399.

(5)Mektubâtı Mevlânâ, S.127-128

(6)Bak: Mesnevi-yi Veledî, ma’rûf be Velednâme-i Bahaeddin Sultan Veled, neşr-i CelâlHumâî, tahran 1315 HŞ.S.123.

(7)Bak: Veled-nâme, S.l 27;Manâkıb al-ârifîn, S.340.

(8)Mevlevîlik tarikatı için Bak: Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan sonra Mevlevîlik, İstanbul 1953; I.A.C. 11.S.32, Tahsin Yazıcı Sultan Veled Maddesi

 (9) Eflâkî ölüm tarihini, 712 senesi Receb ayının 10’ncu gününe rastlayan bir cumartesi gecesi (11 Kasım 1312) olarak bildiriyor. (Manâkıb al-‘ârifîn S.449) Sipehsâlâr Risâlesi’nde ise “96” yıl yaşadığı ve 716/1316 tarihinde öldüğü yazılıdır. Buna göre Sultan Veled’in 623/1226’da değil, 620/1223’de doğmuş olması gerek; Mevlânâ on sekiz yaşında evlendiğine göre, 622 yılına rastlıyor, Veled’in 620’de değil, 623’de doğması zorunludur. Ömrü de genellikle doksan yıl olarak kabul edildiğinden Sipehsâlâr’ın bu hususta biraz mübalâğa ettiğini kabul etmek gerekir.

(10) Bak: Cavahir al-Mudia fi Tabakat al-Hanafiya, Haydarâbâd 1332, s.ll, 120.