MEVLEVİ AYİNLERİNDE SULTAN VELED’DEN ALINAN ŞİİRLER

Dr.Yakup Şafak

      Mevlevî âyinleri, ilhamını büyük mutasavvıf ve gönül insanı, ilâhi aşkın sembolü, ölümsüz ruh ve hamle adamı Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî’nin hayatından ve düşüncelerinden alan sanatkârlarca bestelenmiş, Türk mûsikîsinin en görkemli, en sanatlı eserleridir.

            Bu ince ruhlu insanlar kendilerini, Hz. Pîr yolunda yok bilmişler; içlerindeki kelimelere sığmaz heyecanları, coşkuları, ümitleri, sevinçleri, insanoğlunun ezelden beri düşkün olduğu seslere, nağmelere dökmüşlerdir.

            Onların, aşk potasında, fenâ ve mahviyet içerisinde, ruhlarıyla yoğurdukları muhteşem besteler, asırlarca Allah ve Peygamber aşkıyla dolu nice gönülleri yakıp yandırmış; ilâhi esintilerle insanlara tesellî vermiş; ruhları yüceltip lâhûtî âleme götürmüştür.[1]

       Kaynaklarda, Mevlevî âyinlerinde ekseriyetle Hz. Mevlâna’ya ait güftelerin kullanılmasının, eski zamanlardan beri kuvvetli bir temâyül ve gelenek olduğu ifade edilmektedir.

            Bestekârı bilinmeyen ilk üç âyindeki güftelere baktığımızda[2]:

Ah güzelin aşkına hâlâtına (01.Pencgâh, 3.sl., I,277, Türkçe)[3]

Âh mine’l-aşk ve hâlâtihî (01.Pencgâh, 3.sl., I,277, Arapça)[4]

Âşık ki tevâzu‘ ne-nümâyed çi küned (01.Pencgâh, 3.sl., I,277, Farsça)[5]*

Âşık oldum bilmedim yâr özgelerle yâr imiş (02.Dügâh, 1.sl., II,289, Türkçe)

Aşkast tarîk u râh-i Peygamber-i mâ (02.Dügâh, 1.sl., II, 289, Farsça)[6]*

Âteş ne-zened der dil-i mâ illâ hû (01.Pencgâh, 1.sl., I,276, Farsça)[7]*

Âteş ne-zened der dil-i mâ illâ hû (03.Hüseynî, 1.sl., III, 300, Farsça)*

Bâ an ki mî dânî me-râ hergiz ne-mî hânî me-râ (02.Dügâh, 1.sl., II, 289, Farsça)

Biş’nev ez ney çün hikâyet mî küned (01.Pencgâh, 3.sl., I,276, Farsça)[8]

Der çemen üftâd nâle-i bülbül (02.Dügâh, 1.sl., II,289, Farsça)

Der kûy-i harâbât me-râ aşk keşan kerd (01.Pencgâh, 3.sl., I,277, Farsça)[9]

Ey âşıkan ey âşıkan men hâk râ gevher künem (02.Dügâh, 2.sl., II,289, Farsça)[10]

Ey bî-vefâ yâr in-çünin bî-rahm ü sengin-dil me-bâş (02.Dügâh, 1.sl., II,289, Farsça)

Ey kavm-i be hac refte kücâyîd kücâyîd (01.Pencgâh, 3.sl., I,276, Farsça)[11]

Ey ki hezâr âferin bu nice sultân olur (01.Pencgâh, 3.sl., I,276, Türkçe)[12]

Ey ki hezâr âferin bu nice sultân olur (02.Dügâh, 3.sl., II, 289, Türkçe)

Ey şehd-nûşîn-i lebet pâk ez heme âlûdegî (02Dügâh, 3.sl., II,289, Farsça)

(Ger) sebzeî râ nî me-râ gül-berg-i ter(î) (03.Hüseynî, 1.sl., III, 300, Farsça)

İmrûz semâast semâast semâ‘ (03.Hüseynî, 1.sl., III,300, Farsça)[13]*

Men bende-i Kur’ânem eğer can dârem (02.Dügâh, 1.sl., II, 289, Farsça)[14]*

Sanem-i girîz-pâyem geleyim dedi ne-yâmed (01.Pencgâh, 1.sl., I,276, Farsça-Türkçe)

Sîmin-zekanâ seng-dilâ lâle-izârâ (01.Pencgâh, 2.sl., I,276, Farsça)[15]

Sultân-ı menî sultân-ı menî (01.Pencgâh, 4.sl., I,277, Farsça) [16]

Sultân-ı menî sultân-ı menî (02.Dügâh, 2.sl., II,289, Farsça)

Şeh-bâz-ı Cenâb-ı zü’l-celâlest semâ‘ (01.Pencgâh, 1.sl., I,276, Farsça)*

görüyoruz ki 3 âyinde, toplam 22 çeşit manzûme kullanılmıştır. Bunların 17’si Farsça, 3’ü Türkçe, 1’i Farsça-Türkçe, 1’i de Arapça’dır. Nazım şekilleri bakımından 6’sı rubai, 15’i (bazıları için ihtimal kaydıyla) gazel, 1’i mesnevidir. Bu manzûmelerden alınan kısımlar, ekseriyetle bir veya iki beyit, iki yerde de üç beyittir. Gazellerden alınanlar, matlâ beyitleriyle başlamaktadır.

            Söz konusu 22 çeşit manzûmeyi kaynak açısından değerlendirdiğimizde şunu görmekteyiz: 4 gazel, 4 rubai, 1 mesnevi, Mevlâna’nın Dîvân-ı Kebîr ve Mesnevi’sinde yer almaktadır. Furûzanfer neşrinde bulunmayan Âh mine’l-aşk ve hâlâtihî manzûmesi de Mevlâna’ya nisbet edilmektedir. Diğerlerinden 1 rubai Evhadüddîn-i Kirmânî’ye, 1 gazel Abdurrahmân-ı Câmî’ye, 1 gazel Ahmed-i Eflâkî’ye aittir. Furûzanfer neşrinde bulunan 1 rubai (Âşık ki tevâzu…) Ebû Saîd-i Ebu’l-Hayr’ın da matbû şiirleri arasında görülmektedir. Hâsılı, bugünkü bilgilerimizle bu 22 çeşit manzûmeden 8 gazel ve 1 rubainin kimlere ait olduğu veya nisbet edildiği malûm değildir.

            Bu veriler ışığında şu değerlendirmeyi yapabiliriz: İlk dönemlerde güftelerin Hz. Mevlâna’dan alınması temâyülü, sonraki dönemlere göre o kadar kuvvetli değildir. Bestekârlar, ses ve söz estetiğine sahip, besteye elverişli, muhteva olarak uygun olan başka manzûmeleri de eserlerine almışlardır. Ancak asırlar ilerledikçe Mevlâna’dan alınan şiirlerin arttığını ve diğer şahıslardan (bilhassa mevlevî büyüklerinden) alınan güftelerin azaldığını söyleyebiliriz.

            Itrî’nin Segâh Âyini de güfte kaynakları açısından, ilk üç âyine benzemektedir.

            Bugün için notaları yayınlanmış, tekkelerin açık olduğu döneme ait 46 ayinde Hz. Mevlâna’dan başka kendilerinden güfte alınan mevlevî şairler ve alınan manzûme sayısı şöyledir: Sultan Veled (14), Ulu Ârif Çelebi (4), Dîvâne Mehmed Çelebi (3), Gavsî Ahmed Dede (2), Derviş Ömer (2), Şeyh Gâlib (2), Samtî Dede (1), M.Celâleddin Dede (1), Abdülbâkî Baykara Dede (1), Veled Çelebi (1).

            Bunlardan başka Hz. Mevlâna’nındır zannıyla mevlevî âyinlerine girmiş birçok manzûme vardır. Bunları genellikle çeşitli Mevlevi antoloji ve mecmualarında bulabiliyoruz. Bir de mevlevî olmayan şahısların divanlarında görülen veya kendilerine nisbet edilen şiirlere tesadüf ediyoruz. Bunlardan bilebildiklerimiz şunlardır: Ebû Saîd-i Ebu’l-Hayr  (öl..440/1049), İbnü’l-Fârız (öl.632/1235), Şeyh-i Câm Ahmed-i Nâmıkî (öl.536/1141), Evhadüddîn-i Kirmânî (öl.635/1238), Kâsım-ı Envâr (öl.837/1434), Abdurrahmân-ı Câmî (öl.898/1492). (Yunus Emre’den de terennüm lafzı alınmıştır.) Bunlar arasında A.Câmî’nin özel bir yeri vardır. Mevlâna’ya olan hürmeti ve hakkındaki şiirleriyle Mevlevilerin gönlünü fethetmiş olan bu büyük zâtın hatırası, kanaatimizce husûsen âyîn-i şeriflerde yaşatılmıştır.

            Şunu da belirtmeliyiz ki diğer şairlerden alınan güfteler, Mevlâna’dan alınan şiirlerle miktar olarak mukayese kabul etmeyecek derecededir. Bunlar, teberrüken âyinlere katılmış manzûmelerdir ki onların da başında, görüldüğü üzere Sultan Veled gelmektedir.

            Bestesi mevcut âyinlerde Sultan Veled’den alınan manzûmeler şunlardır: (Bunların metinleri, tercümeleri, vezin ve kaynakları, tebliğimizin sonunda yer almaktadır.)

            1. İsmail Dede Efendi’nin (öl.1846) Sabâ Âyini’nin birinci selâmında Rebâb-nâme’den alınmış 10 beyit[17]; Nevâ Âyini’nin üçüncü selâmında 2 gazel beyti ve 1 rubai; Hüzzam Âyini’nin birinci selâmında 5 gazel beyti, üçüncü selâmında sırasıyla 4, 3 ve 2 gazel beyti; Ferahfezâ Âyini’nin üçüncü selâmında üç adet 2’şer gazel beyti.

            2. Mustafa Nakşî Dede’nin (öl.1853) Şedd-i Araban Âyini’nin üçüncü selâmında 2 gazel beyti.

            3. Boahenk Nuri Bey’in (öl.1910) Bûselik Âyini’nin üçüncü selâmında 1 rubai ve 2 gazel beyti.

            4. Ahmed Avni Konuk Bey’in (öl.1938) Dilkeşîde Âyini’nin üçüncü selâmında 2 gazel beyti.

           Görüldüğü üzere Sultan Veled’den alınan 14 çeşit manzûmeden 10’u İsmail Dede Efendi tarafından dört farklı âyinde bestelenmiştir. Dede Efendi’nin bu teşebbüsünün bilinçli bir hareket olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim o, Sultan Veled’in oğlu olup Mevleviliği yayan en önemli zatlardan biri bulunan Ulu Ârif Çelebi’nin (öl.719/1320) de 4 çeşit manzûmesini Nevâ Âyini’ne almış ve kendi mecmuasında bunların kaynaklarını zikretmiştir.[18]

            Sultan Veled’le ilgili olan veya ona nisbet edilen güfteler üzerinde de kısaca durmak istiyoruz.

            a) 1360 senesinde vefat eden Eflâkî’nin “Ey ki hezâr âferin…” manzûmesi, eski zamanlardan beri Mevlevî âyinlerinde yer almaktadır. [19] Bunun sebebi, şiirdeki ses ve söz güzelliği kadar onun, Sultan Veled hakkında yazılmış olmasıdır. Mevlâna Dergâhı Kütüphanesi’nde, 1243/1827 tarihli (no: 2454) mecmuaya göre, âyîn-i şerîflere o zamana kadar bu manzûmeden ekseriya 3 veya 4 beyit alındığı, daha sonra bütün âyinlerde 2 beyit olarak yer aldığı anlaşılmaktadır. Bu hususu teyit eden başka bulgulara da rastlanmıştır.

            b) Sultan Veled’e nisbet edilmiş olan ve Dede Efendi’nin Şevk-ı tarab, Sabâ ve Sabâ Bûselik âyinlerinde yer alan meşhur bir dörtlük vardır:

            Ben bilmez idim gizli ayan hep sen imişsin

            Tenlerde vü canlarda nihan hep sen imişsin

 

            Senden bu cihân içre nişân ister idim ben

            Âhir bunu bildim ki cihan hep sen imişsin

            Bursalı Mehmed Tâhir Bey’in bildirdiğine ve Veled Çelebi’nin tahkîkatına göre bu Türkçe manzûmenin aslı, Câmî’nin Farsça bir rubaisidir. Dolayısıyla bu tercüme tarih bakımından  Sultan Veled’in olamaz; zaten manzûmenin dili de o kadar eski değildir. [20]

            c) Niyaz âyininde bestesi ve güftesi  Sultan Veled’e nispet edilen bir kıtalık “Şem’-i ruhuna cismimi pervane düşürdüm” müseddesi ile dört kıtalık “Dinle sözümü sana direm özge edadır” manzûmesinin de Sultan Veled’e ait olduğu hususu tartışmalıdır. A.Gölpınarlı, bunların  XVII.yüzyılda yaşamış Derviş Ömer’e ait olduğu kanaatindedir. Birinci manzûme (Şem’i ruhuna…) Şeydâ Hâfız’ın (öl.1214/1799) bestesi kayıp olan Isfahan Âyini’nin 3. selâmında da yer almaktadır. [21]

            Son olarak “Acaba İsmail Dede Efendi’den önce[22] bestesi kayıp âyinlerde Sultan Veled’den alınmış güfte var mıdır?” sorusuna cevap vermek istiyorum.

            Bilindiği üzere kaynaklarda, Dede Efendi’den önce Musâhib Ahmed Ağa’nın (öl.1209/1794) Sabâ; Şeydâ Hâfız’ın (öl.1214/1799) Isfahan ve Hicâzeyn; Nâsır Abdülbâki Dede’nin (öl.1237/1821) Isfahan; Abdürrahim Künhî Dede’nin (‘öl.1247/1831) Nühüft âyinlerinin; kezâ Dede Efendi’nin Isfahan Âyini’nin kayıp olduğu veya zamanla bestelerinin unutulduğu bildirilmektedir.

            Bendeniz bu âyinlerden, Künhî Dede’nin Nühüft Âyini dışındakilerin güftelerine ulaştım ve gördüm ki Musâhib Ahmed Ağa’nın Sabâ Ayini’nde, İsmail Dede Efendi’nin Sabâ Ayini’nde Sultan Veled’den aldığı beyitler mevcuttur. Şu farkla ki Ahmed Ağa’da 15 beyit, Dede Efendi’de 10 beyit vardır. Büyük ihtimalle Dede Efendi, Sultan Veled’e ait beyitleri bu âyinden almıştır.

            Ayrıca Nâsır Abdülbâki Dede’nin Isfahan Âyini’nin birinci selâmında da Sultan Veled’in 1 rubaisi görülmektedir.

            Sonuç olarak, tekkeler kapanıncaya kadar bestelenmiş 46 âyinde, Mevlâna’dan sonra kendisinden en fazla güfte alınan kişi, Sultan Veled’dir. İsmail Dede Efendi’den önce Sultan Veled’in manzûmelerini, kendi bestelerinde kullananlar olmuştur. Ancak Dede Efendi’nin bu hususta, özel bir çaba içinde olduğu görülmektedir. O, mensup olduğu tarikatin büyük önderlerinden biri olarak Sultan Veled Hazretleri’nin mevlevî âyinlerinde daha fazla anılmasını, kezâ mevlevîliğin Anadolu’da yayılmasında büyük rol oynayan Ulu Ârif Çelebi’nin de hâtırasının yâd edilmesini, bir kadirşinaslık gereği olarak arzu etmiş olmalıdır.

MEVLEVİ AYİNLERİNDE SULTAN VELED’DEN ALINAN ŞİİRLERİN METİNLERİ, TERCÜMELERİ, VEZİNLERİ VE KAYNAKLARI[23]

SABÂ ÂYÎN-İ ŞERÎFİ (Bestesi kayıp) [24]

(Beste: Musâhib Ahmed Ağa, öl.1209/1794)

1/1.Bişnevîd ez nâle-i bang-i rebâb[25] Nüktehâ-yi aşk der her gûne bâb

Bâ figân u nevha gûyed dâimâ Ey Hudâ vü ey Hudâ vü ey Hudâ

Taht ü fevk ez aşk âmed der vücûd Hem zemîn-i tîre hem çerh-i kebûd

Ez mehabbet zâd hestî der cihân Behr-i hikmet tâ şeved Hâlık ayân

Der tarîkat evvel ân bâşed ki dil Der derûn-i ten şeved sâfî zi gil

Âb-ı rûh ender beden sâfî şeved Gayr-ı Hak bâ hîç çîzî nen’gered

Aşk-ı merdan berter ez aşk-ı Hudâst Zan ki der merdan Hudâ râ sırrhâst

Hest Hak ma‘bûd-i cümle der cihan Nîst kes ez bendegî-i ô cehân Vezni: Fâilâtün fâilâtün fâilât [Remel]

            “Rebabın sesindeki iniltiden, her türlü konuda aşk nüktelerini dinleyin. Feryâd u figanla hep ey Hudâ, ey Hudâ diyor. Yükseklik ve alçaklık, aşktan dolayı kara toprak ve mavi gök olarak varlık (hüviyetine büründü.) Âlemdeki mahlûkat, aşktan doğdu. (Allah) yaratıcısı bilinsin diye hikmetinden (varlığı yarattı.) Tarikatte önceliği olan (husus), bedenin içindeki kalbin, topraktan arınmasıdır. Ruh, bedende su gibi saf olursa, (kişi) Hak’tan başka hiçbir şeye bakmaz.  İnsanların aşkı, Allah aşkından dolayı üstündür; çünkü insanlarda Hakk’ın sırları vardır. Allah, dünyadaki bütün (mahlûkatın) mabûdudur; kimse O’nun kulluğundan dışarı çıkamaz.”

2/1.Z’an mukaddem şüd cihan ber âhıret Tâ resed z’in zehr kandî âhıret

Kadr-i an râ nîk dânî ba‘d ez an Şükr-i Hak gûyî müdâm ez ayn-i can

Çün bi-bînî cân-ı hod râ der adem Bî-beden sad şükr ârî dem be dem Vezni: Fâilâtün fâilâtün fâilün [Remel]

            “Bu zehir, sonunda sana panzehir olsun diye dünya, âhıretten önce geldi. Onunu kıymetini iyice bilirsen, daima can gözüyle Hakk’a şükredersin. Canını yoklukta görünce bedensiz olarak her an şükürde bulunursun.”

3/1. Hem-çü Âdem her velî nûr-i Hudâst Tâ ne-pindârî ki Hak ez vey cüdâst

Z’an melâik secde ârendeş zi can K’ender ô dîdend nûr-i bî-keran

Hak halîfeş kerd der arz u semâ Tâ ki gerded sûy-i menzil reh-nümâ

Nâib-i mutlak Hudâ râ âdemest Z’an ki hemreh bâ dem-i û an demest Vezni: Fâilâtün fâilâtün fâilât [Remel]

            “Âdem (a.s.) gibi her velî, Hakk’ın nûrudur; sakın Hakk’ı ondan ayrı sanmayasın. Bu sebeple melekler ona, cân u gönülden secde ettiler; zira onda sonsuz nûru gördüler. Allah onu, menzile doğru kılavuz olsun diye yerde ve gökte halife yaptı. Hakk’ın mutlak vekili Âdem (insan-ı kâmil)dir. Çünkü onun nefesi, o nefesle yoldaştır.”

ISFAHAN ÂYÎN-İ ŞERÎFİ (Bestesi kayıp)[26] (Beste: Nâsır Abdülbâki Dede, öl.1237/1821)

1/2.İmrûz semâast u gül ü sâgar u mül*[27] Şüd mutrib-i mâ mest-i nevâ çün bülbül Nesrîn ü benefşe vü semen ser ber zed Der raks der âmedend serv ü sünbül Vezni: Mef‘ûlü mefâîlü (mefâilün) mefâîlü feil (mefâîlün fa‘)[Hezec/Rub.]

            “Bugün semâ, gül, kadeh ve şarap var. Çalgıcımız bülbül gibi nağmelerden mest oldu. Yabangülü, menekşe ve yâsemin başlarını uzattı; servi ve sünbül raksa girdi.”

SABÂ ÂYÎN-İ ŞERÎFİ (Beste: Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi, öl.1262/1846)

1/1.Bişnevîd ez nâle-i bang-i rebâb[28] Nüktehâ-yi aşk der her gûne bâb

Bâ figân u nevha gûyed dâimâ Ey Hudâ vü ey Hudâ vü ey Hudâ

Taht ü fevk ez aşk âmed der vücûd Hem zemîn-i tîre hem çerh-i kebûd

Ez mehabbet zâd hestî der cihân Behr-i hikmet tâ şeved Hâlık ayân

Der tarîkat evvel ân bâşed ki dil Der derûn-i ten şeved sâfî zi gil

Aşk-ı merdan berter ez aşk-ı Hudâst Zan ki der merdan Hudâ râ sırrhâst

Hest Hak ma‘bûd-i cümle der cihan Nîst kes ez bendegî-i ô cehân Vezni: Fâilâtün fâilâtün fâilât [Remel]

3/1. Hem-çü Âdem her velî nûr-i Hudâst Tâ ne-pindârî ki Hak ez vey cüdâst

Z’an melâik secde ârendeş zi can K’ender ô dîdend nûr-i bî-keran

Hak halîfeş kerd der arz u semâ Tâ ki gerded sûy-i menzil reh-nümâ Vezni: Fâilâtün fâilâtün fâilât [Remel]

 

NEVÂ ÂYÎN-İ ŞERÎFİ (Beste: Hammâmîzâde İsmaîl Dede Efendi)

3/3.Der bâğ-ı cemâlî sanemâ çün gül-i ra‘nâ[29] Der çeşm çü nûrî vü çü cân der heme a‘zâ

Men bülbül-i gülzârem ü der dâm-i tü zârem Ez çîst aceb bâ tü me-râ in heme sevdâ Vezni: Mef‘ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün [Hezec]

            “Ey sevgili! Sen güzellik bahçesinde hoş bir gül gibisin. Gözdeki ışık gibisin, bütün uzuvlardaki can gibisin. Ben gül bahçesinin bülbülüyüm, senin tuzağında inliyorum. Sana karşı olan bütün bu sevdam, neden acaba?”

3/4.Ey rûy-i tü kıble-i cihân u dil-i men*[30] V’an der dü cihân emn ü emân-i dil-i men Hem cân-ı tenî vü hem tü cân-i dil-i men Ey gevher-i deryâ-yi nihân-i dil-i men  Vezni: Mef‘ûlü mefâilün (mefâîlü) mefâîlü feil [Hezec/Rub.]

            “Ey (sevgili)! Senin yüzün, dünyanın ve benim gönlümün kıblesidir; iki cihanda kalbimin emniyeti ve sığınağıdır. Hem bedenimin canısın, hem gönlümün canı; ey gönlümde saklı olan denizin incisi!”

HÜZZAM ÂYÎN-İ ŞERÎFİ (Beste: Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi)

1/3.Tü mâh-i acîbî ki mislî ne-dârî[31] Be her cilve can râ der âteş sipârî

Be zülfeyn ü ebrû be çeşmân-i âhû Pey-i dil-rübâyî çü şîr-i şikârî

Meh ü hur gulâmet zi can geşt râmet Dü âlem be dâmet çi zîbâ nigârî

Nazîret ne-dîdem ne ez kes şinîdem Dil ü din bi-bürdî çi ayyâr yârî

Veled râ çi bâşed şehâ ger zi rahmet Zi silk-i gulâmân-i hîşet şümârî Vezni: Feûlün feûlün feûlün feûlün [Mütekârib]

            “Sen (öyle) güzel, şaşırtıcı bir aysın ki benzerin yok. Her cilvede (aşığın) canını ateşe atarsın. Kâküllerinle, kaşlarınla, ceylan gibi gözlerinle ava giden arslan gibi gönül avlamaya çıkmışsın. Ay ve güneş, sana râm olmuş kölelerindir. İki dünya da senin tuzağındadır; ne hoş sevgilisin! Benzerini ne gördüm, ne kimseden işittim. Gönlü ve dini alıp götürdün; ne hilekâr bir dostsun! Ey sultan! Lûtfunla Veled’i de kölelerinin sırasına koysan ne olur?”

3/3.Zehî aşk zehî aşk ki mâ râst Hudâyâ[32] Ki mâ râ vü cihan râ bi-yârâst Hudâyâ

Çi bezmest çi sâkîst çi bâdest ki hordîm Çi naklest çi nuklest çi hurmâst Hudâyâ

Çi lutfest çi zevkest çi bûyest çi rûyest Çi halkast çi hulkast çi sîmâst Hudâyâ

Veled râ mesel-i gûy devânîş be çevgân Bedan sû ki ne deryâ ne sahrâst Hudâyâ Vezni: Mefâîlü feûlün (mefâîl) mefâîlü feûlün (mefâîl) [Hezec]

            “Bizdeki ne güzel aşk, ne güzel aşk yarabbi! Bizi ve âlemi süslüyor yarabbi! (Bu) ne meclis, ne sâki! İçtiğimiz ne bâdedir! Ne sohbet, ne meze, ne hurma yarabbi! Ne lütuf, ne zevk, ne koku, ne yüz! Ne yaratılış, ne tabiat, ne sîma yarabbi! Veled’i top gibi çevganla, ne denizin ne ovanın olduğu tarafa koşturuyorsun, yarabbi!”[33]

3/4.Ey an ki tüyî murâd u matlûb[34] Hestî ber-i cümle halk mahbûb

Ey Yûsuf-i hüsn ez firâkat Der nâle vü giryeem çü Ya‘kûb

Tecrîd bi-cû Veled zi âlem Tâ hem-çü mücerredan şevî hûb Vezni: Mef‘ûlü mefâilün mefâîl [Hezec]

            “Ey maksadımız, muradımız olan (yâr)! Bütün halkın nezdinde sevgilisin (sen). Ey güzellikte Yusuf gibi olan! Senin ayrılığından Yakup gibi ağlayıp inlemekteyim. Ey Veled, dünyadan ayrılmaya bak ki mücerredler gibi iyi (güzel) olasın.”[35]

3/5.Bülbül-i aşk ez seher âğâz kerd[36] Pîş-i gülistan semer âğâz kerd

Ez pes-i her perde vü nağme ki güft Nağme-i hûb-i diger âğâz kerd Vezni: Müfteilün müfteilün fâilât [Serî]

            “Aşk bülbülü, seher vakti, gül bahçesinin önünde (derdini) anlatmaya başladı. Söylediği her perde ve nağmenin ardından, başka (türlü) güzel bir nağmeye başladı.”

FERAHFEZÂ ÂYÎN-İ ŞERÎFİ  (Beste: Hammâmîzâde İsmaîl Dede Efendi)

3/1.Dûş Mevlânâ be hâb ender me-râ[37] Sûy-i bezm-i hîş mî zed es-salâ

Perdehâ-yi can-fezâ ber dâşte Der hicâz u râst segâh u nevâ Vezni: Fâilâtün fâilâtün fâilün [Remel]

      “Dün gece Mevlâna’yı rüyamda gördüm, (beni) meclisine doğru çağırıyordu. Hicaz, rast, segâh ve nevâ makamlarında, cana can katan perdeler kaldırmıştı.”

3/4.Rûyet çü gülzâr la‘let güher-bâr[38] Cânî vü dil-dâr dil râ nigeh-dâr

Ey yâr-ı meh-rû bâ çeşm-i âhû Hûbî vü hoş-hû dil râ nigeh dâr Vezni: Fa‘lün mefâîl fa‘lün mefâîl [Mütekârib]

            “Yüzün gül bahçesine (benziyor), lâl gibi (dudakların) inci saçıyor. Cansın, gönül alansın, kalbin muhafızısın. Ey ay yüzlü sevgili! Ceylan gözlerinle güzelsin, hoş huylusun; gönlümüze (iyi) bak.”

3/6.Ey gülşen-i bâğ-ı lâ-yezâlî[39] Ber çerh-i safâ meh-i kemâlî

İn meclis-i in semâ-ı pür-nûr Ez hazret-i tü me-bâd hâlî Vezni: Mef‘ûlü mefâilün feûlün [Hezec]

“Ey ölümsüz gül bahçesi! Sen safâ göğünde dolunaysın. Bu nur dolu semâ meclisi, senden hâlî olmasın.”

ŞEDD-İ ARABAN ÂYÎN-İ ŞERÎFİ (Beste: Mustafa Nakşî Dede, öl.1270/1853)

3/4.Mevc-i aceb bin ki hâst ez dil-i deryâ-yi aşk[40] Reft be bâlâ ki hin bin’ger bâlâ-yi aşk

Bûd Veled bâ kadîm pîş zi âlem nedîm Horde zi câm-ı bekâ bî-leb-i deryâ-yi aşk Vezni: Müfteilün fâilât müfteilün fâilât [Münserih]

           “Aşk denizinin ortasından kopan acaip dalgaya bak! Aşkın boyu nasıl yükseldi, hele bak! Veled, âlem (yaratılmadan) önce ezelî (sevgiliye) nedim idi. Kıyısı (görünmeyen) aşk denizinde, ebedîlik kadehinden içti. “

BÛSELÎK ÂYÎN-İ ŞERÎFİ (Beste: Bolâhenk Nûri Bey, öl.1910)

3/4.Ey sâki-i aşk hîz ü pîş âr şerâb*[41] Vey mutrib-i can zi lutf bin’vâz rebâb Bünyâd-ı neşât râ hemî kün ma‘mûr Tâ gerded esâs-ı ömr ez in seyl harâb Vezni: Mef‘ûlü mefâilün (mefâîlü) mefâîlü feil (mefâîlün fâ‘) [Hezec/Rub.]

            “Ey aşk sâkîsi! Kalk, (bize) şarap getir. Ey can mutribi! Lütfeyle de rebâbı çal. Sevinç binasını mamur et; yoksa ömrün temeli, bu selden harap olacak.”

3/5.Bâde bi-dih sâkiyâ k’an meh-i tâban resîd[42] Nî gam ü nî girye mand çün gül-i handan resîd

Şehr ü haşem zinde şüd cümle cihan bende şüd Çün zi der-i şehr-i mâ mevkib-i sultan resîd Vezni: Müfteilün fâilât müfteilün fâilât [Münserih]

            “Ey sâkî! Şarap ver; zira o parlak ay geldi. Ne üzüntü, ne ağlayış kaldı; çünkü o gülen gül geldi. Şehrin kapısından padişahın alayı girince, şehir ve erkân ihyâ oldu; bütün âlem (ona) köle (kesildi).”

DİL-KEŞÎDE ÂYÎN-İ ŞERÎFİ (Beste: Ahmed Avni Konuk, öl.1938)

3/4.İmrûz heme mest zi meyhâ-yi Hudâyîm[43] İmrûz heme muhteşem-i ü şâh-ı atâyîm

İmrûz biyârâst Hudâ meclis-i mâ râ İmrûz heme mâye-i lutfîm ü vefâyîm Vezni: Mef‘ûlü mefâîlü mefâîlü mefâîl [Hezec]

            “Bugün hepimiz, ilâhî şaraplardan sarhoşuz. Bugün hepimiz, âlicenap padişahın ihtişamlı (maiyetiyiz). Bugün bizim meclisimizi Tanrı bezedi. Bugün hepimiz, ihsan ve vefâ mayasıyız.”

*10-11, 15-16 Aralık 2011 tarihinde İstanbul ve Konya’da gerçekleştirilen Uluslararası Sultan Veled Sempozyumu’nda sunulan tebliğin metnidir.

——————————

[1] Çalışmamızda istifade edilen başlıca kaynaklar şunlardır: Rauf Yektâ ve ark., Mevlevî Âyinleri, İst., 1934-1939 (İstanbul Konservatuvarı neşri); Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Musikisi Antolojisi, İstanbul, 1943; İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Hoş Sada, İstanbul 1958; Yılmaz Öztuna, Türk Musikisi Ansiklopedisi, İst, 1969 (MEB yay.); Sadedin Heper, Mevlevî Âyinleri, 1974 (Konya Turizm Derneği yay.); Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, 2.bs., İst., 1983; Cinuçen Tanrıkorur, “Âyin”, DİA, IV, 251-252 (İst.,1991); Ö. Tuğrul İnançer, “Mevlevî Mûsikîsi ve Semâ Âdâbı”, Konya’dan Dünya’ya Mevlâna ve Mevlevîlik, İst., 2002, s.191-201 (Karatay Bld.yay.); Fatih Salgar, Mevlevî Âyinleri, İstanbul, 2008 (Ötüken yay.); Ahmet Çalışır ve ark., Beste- i Kadimden Beste- i Cedide (Meydan Görmüş) Mevlevi Ayinleri, Konya, 2010 (Çizgi Ktb.); Nuri Özcan, “Mevlevi Âyinlerinde Beste ve Güfte Özellikleri”, Uluslararası Mevlana Sempozyumu Bildirileri, II, 777 vd., İst., 2007.

[2] Listeye, güftelerdeki manzûme veya beyitlerin ilk mısraları alınmış; her mısraın sonunda ilgili âyinin Konservatuar neşrine göre sıra numarası, adı, kaçıncı selâmda yer aldığı, sıra ve sayfa numaraları verilmiş; hangi dilde olduğu zikredilmiş; rubailer (*) işaretiyle ayırt edilmiştir. Yine söz konusu manzûme ve beyitlerden bulunabilenlerin kaynakları dipnotlarda sunulmuştur; bulunamayanlar italik harfle gösterilmiştir.

[3] Mevlâna’ya nispet edilen “Âh mine’el-aşk…” kıtasının manzum tercümesidir; kime ait olduğu bilinmemektedir. Bkz. Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, 2.bs., İst., 1983, s.456.

[4] Hz. Mevlâna’ya nispet edilir; fakat Furûzanfer neşrinde yoktur. Bkz. A. Gölpınarlı, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, s.456.

[5] Dîvân-ı Kebîr, rub.nu.760; trc. d/204. (Külliyyât-ı Şems yâ Dîvân-ı Kebîr, nşr. Bedîuzzamân Furûzânfer, I-VIII, Tahran, 1336-1345 hş.; Divan-ı Kebir (Tercümesi), trc. Abdülbaki Gölpınarlı, I-VII, 2.bs., Ankara, 1992; Rubailer (Tercümesi), trc. A.Gölpınarlı, Ankara, 1982.) Bu rubai, Horasan’ın ünlü mutasavvıflarından Ebû Saîd-i Ebu’l-Hayr’ın (v.440/1049) şiirleri arasında da yer almaktadır. Bkz. Suhenân-i Manzûm-i Ebû Saîd-i Ebu’l-Hayr, nşr. Saîd Nefîsî, 5.bs., Tahran, 1373 hş., s.35 (rub.no: 240).

[6] Dîvân-ı Kebîr, rub.nu.57; trc. a/28.

[7] Mevlâna çağındaki ünlü mutasavvıflardan Evhadüddîn-i Kirmânî’nin rubaileri arasında yer almaktadır. Bkz. Rubailer, trc.Mehmet Kanar, İstanbul, 1999, s.25-26.

[8] Mesnevi, 1/1-3. (The Mathnawi of Jalalu’ddin Rumi, nşr. İng. trc. ve şerh: Reynold A. Nicholson, I-VIII, London, 1925-1940; Mesnevi, Türkçe trc. Veled İzbudak, I-VI, İst., 1942-1946.)

[9] Dîvân-ı Kebîr, gz.nu.643; trc.VII,14.

[10] Dîvân-ı Kebîr, gz.nu.1374; trc.I,94.

[11] Dîvân-ı Kebîr, gz.nu.648; trc.VII,14.

[12] Ahmed Eflâkî’nindir; bkz. Dîvân-ı Türkî-i Sultan Veled, nşr. Veled Çelebi, İst., 1341, s.120-122; A. Gölpınarlı, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, s.456.

[13] Dîvân-ı Kebîr, rub.nu.1049; trc. a/5.

[14] Dîvân-ı Kebîr, rub.nu.1331; trc. m/112.

[15] İranlı büyük mutasavvıflardan Abdurrahmân-ı Câmî’nin (öl.898/1492) bir gazelinin ilk iki beytidir. Bkz. Külliyyât-ı Dîvân-ı Câmî, nşr. Şems-i Berîlevî, Tahran, 1362 hş., s.78.

[16] Dîvân-ı Kebîr, gz.nu.3137; trc.VII,558.

[17] Veyis Değirmençay, Sultan Veled ve Rebâb-nâme, Atatürk Ün. SBE, Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum, 1996, s.2, 5, 233. Doktora tezi olarak hazırlanan bu metinde ve incelediğimiz bazı yazmalarda ilk beş beyit vardır. Diğer beyitlerin yerleri bulunamamıştır. Ancak bunlar da şekil ve muhtevâ açısından, öncekilerle uyumludur.

[18] Dede Efendi’nin mecmuasından kopya edilen iki yazma ve söz konusu izah için bkz. Abdülbaki Gölpınarlı, Konya Mevlâna Müzesi Yazmaları, Ankara, 1971, II,269; 2189 nolu yazma; krş. Milli Ktp, A9294 nolu Mecmûa-i eş‘âr. Güfte kaynakları için bkz. A.Çalışır ve ark., a.g.e., Beyit İndeksi.

[19] Bkz. Dîvân-ı Türkî-i Sultan Veled, s.120-122; A. Gölpınarlı, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, s.456.

[20] Krş. Dîvân-ı Câmî, I-II, nşr. A. Efsahzâd, Tahran, 1999, I, 864. Bazı araştırmacilara göre tercüme, 1040/1630’da Şam’da vefat eden Konyalı Samtî Dede’nindir. (Bkz. Osmanlı Müellifleri, İstanbul, 1333, II,280; ayrıca krş.Nail Tuman, Tuhfe-i Nâilî, II,565.) Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik adlı eserde (s.462) bu görüşü benimseyen Gölpınarlı, Mevlevî Adap ve Erkânı isimli eserinde (2.bs., Konya, tsz., s.106) aynı manzûme hakkında “Dîvâne Mehmed Çelebi’nin, yahut Nev’î’nin Câmî’den yaptığı manzum tercüme(dir)” diyor. Fuad Köprülü de tercümenin, Nev‘î’ye ait olduğunu söylüyor; bkz. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 4.bs., Ankara, 1981, s.237.

[21] Bkz. Mevlâna Adap ve Erkânı, s.103 vd.; Konya Mevlâna Müzesi Yazmaları, III,244; Erdoğan Ateş, “Niyaz Ayini”, DİA, XXXIII, 166 (İstanbul, 2007). Şeydâ Hâfız’ın Isfahan âyini için bkz.Mevlana Dergâhı Ktp., Mecmua, yazma no: 2454, yp.33a; Milli Ktp. Mecmua, yazma no: A2332/1, yp.54b. (Aynı kaynaklarda Hicâzeyn Âyini de mevcuttur.)

[22] Adı geçen âyinler şu mecmualarda yer almaktadır: Mevlana Dergâhı Ktp., Mecmua, yazma no: 2454, 4598; Milli Ktp. Mecmua, yazma no: A2332, B425; İst. Ün. Ktp. A235.

[23] Manzûme başlarındaki numaralar, âyinlerin selâm ve sıra nosudur. Rubailer (*) işaretiyle ayırt edilmiştir. Vezin adları ilk beyitlere göre konulmuştur. Yine söz konusu manzûme ve beyitlerden bulunabilenlerin kaynakları dipnotlarda sunulmuştur.

[24] Mevlana Dergâhı Ktp., Mecmua, yazma no: 2454, yp.38a.

[25] Sultan Veled’in Rebâb-nâme’sinden alınmıştır; bkz. Veyis Değirmençay, Sultan Veled ve Rebâb-nâme, Atatürk Ün. SBE, Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum, 1996, s.2, 5, 233. (Zikredilen sayfalarda ilk beş beyit vardır.) Ayrıca 17 nolu dipnota bakınız.

[26] Mevlana Dergâhı Ktp., Mecmua, yazma no: 2454, yp.43b.

[27] Bkz.Dîvân-ı Sultan Veled, nşr.F.Nâfiz Uzluk, Ankara, 1941, s.587 (Rub.nu: 221)

[28]Buradaki 10 beytin, Musâhib Ahmed Ağa’nın Sabâ Âyini’ndeki 15 beyitten seçildiği anlaşılmaktadır. Beyitlerin tercümesi yukarıda verilmiştir.

[29] Dîvân-ı Sultan Veled, s.300.

[30] Dîvân-ı Sultan, s.603. (Rub.nu.348)

[31] Bkz.Dîvân-ı Sultan Veled, s.333-334.

[32] Dîvân-ı Sultan Veled, s.320. Hz.Mevlâna’nın “Zehî aşk zehî aşk ki mâ râst Hudâyâ” mısraıyla başlayan gazeline nazîredir. Krş.Dîvân-ı Kebîr, gz.nu.95; trc.III,37.

[33] Çevgan, atlara binilerek topla oynanan oyunda (polo) kullanılan ucu eğri sopanın adıdır.

[34] Dîvân-ı Sultan Veled, s.432.

[35] Mücerred sözlükte, yalnız, katışıksız, soyut, bekâr manalarına gelir.

[36] Dîvân-ı Sultan Veled, s.407.

[37] Dîvân-ı Sultan Veled, s.352.

[38] Dîvân-ı Sultan Veled, s.338.

[39] Dîvân-ı Sultan Veled, s.460.

[40] Dîvân-ı Sultan Veled, s.65.

[41] Dîvân-ı Sultan Veled, s.563 (Rub.nu.30)

[42] Dîvân-ı Sultan Veled, s.54.

[43] Dîvân-ı Sultan Veled, s.304.