SULTAN VELED’İN TÜRKÇE ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER

SULTAN VELED’İN TÜRKÇE ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER[1]

 

DİVAN-I SULTAN VELED’DEN:
 
Bakma bana, bakma bana / bu göz ile, bu göz ile[2]
Can gözünü ger açasın / sen n’olasın, sen n’ola?
 
Ger beni sen gey göresin / kendizini bey göresin
Ne nese kim isterisen / sana gele, sana gele

 

Tanrı’yı bilgil dek dur / Tanrı’yı görgil dek dur
Eytme bunu kim “Tanrı / kanda ola, kanda ola?”
 
Benden işit, var anda / kim canına can katıla
Ağla anı kim andan / bunda kala, bunda kala
 
Ben ki sözün söylervem / gün ü gece göynervem
Bu umuda kim kişiler / anı bula, anı bula
 
Ben ki ana âşıkvam / uslu iken delivem
Deli gibi ırlarvam / terlelelâ terlelelâ
 
Ol ki bununla sevinür / bunu diler, bunu görür
Anda varırsa bundan / ol ne kıla, ol ne kıla?
 
Ger göremezsiz kanı / ger bulamazsız canı
İsten anı kim sizi / anda sala, anda sala
 
Anda yakın, Rahman’dır / bunda yakın, Şeytan’dır
Şeytan elinden kaçın / eydin lâ havle velâ
 
Kon savaşı siz bugün / Şeytan başını döğün
Süd bigi vü bal bigi hoş / karılın birbir ile
 
Türkçe eger bileydim / bir sözü bin edeydim
Tatça eger dilersiz / gûyem esrâr-ı ulâ
 
Kim Veled’i severse / gey göz ile bakarsa
Tanrı anın başından / sava belâ, sava belâ
 
SADELEŞTİRME:
 
Bana bu gözle bakma. Can gözünü açarsan ne olduğunu (anlarsın).
Eğer beni iyi görürsen, kendini bey görürsün; ne istersen (ona)erişirsin.
Dikkat et ! Hakkı bil, hakkı gör. “Hak nerede ?” diye sorma.
Beni dinle: Onun (yanına) git ki, canına can katılsın. Ona yalvar ki, burada kalsın.
Ben (hep) onu anarım; insanlar onu bulsun (diye) umutla gece gündüz yanarım.
Ben ona âşık oldum, akıllı iken deli oldum. Terlelelâ, terlelelâ diye deli gibi mırıldanırım.
Bu (dünya) ile sevinen, bunu isteyen, bunu gören (kişi), buradan oraya varınca ne yapar?
Nerede olduğunu göremiyorsanız, canı bulamıyorsanız, O’ndan dileyin ki, sizi ulaştırsın.
Orada (insana) yakın olan, merhametli Allah’tır; burada yakın olan ise Şeytan’dır. Lâ havle çekip şeytan’dan kaçın.
Bu gün (aranızdaki) savaşı bırakın, Şeytan’ın başına vurun. Birbirinize süt ve bal gibi, güzelce karışın.
Türkçeyi (iyi) bilseydim, bir sözü bin türlü söylerdim. İsterseniz, yüksek sırları Farsça söyleyeyim.
Kim Veled’i sever, (ona) iyi gözle bakarsa, Allah, onun başından belayı savsın.

Gönlü dilemez / ben edeven?[3]
Cânı durutmaz / ben ne edeven?
 
Eyttim “İçgil / sen bu süçüyü”
Eytti “Gerekmez” / ben ne edeven?
 
Eyttim bu g(e)ce / seni kucavan
Eytti “Olmaz” / ben ne edeven?
 
Eyle kim oldum / ben anın içün
Hâlim görmez / ben ne edeven?
 
Anı dilerim / anı severim
Ol beni sevmez / ben ne edeven?
 
Anın elinden / oda düşeydim
Ol yine komaz / ben ne edeven?
 
Veled evine / vardı tapıya
Kapıs(ı) açılmaz / ben ne edeven?

SADELEŞTİRME:

(Sevgilinin) gönlü (beni) istemiyor, ben ne edeyim ? (ama) can süküna ermiyor, ben ne edeyim ?
Dedim ki, “Bu şarabı iç”; dedi ki, “câiz değil!” Ben ne edeyim ?
Dedim ki, “bu gice seni kucaklayayım”; dedi ki, “olmaz”. Ben ne edeyim ?
Ben onun için öyle bir duruma düştüm ki halimi görmez; ben ne edeyim ?
(Ben) onu istiyorum, onu seviyorum; (ise) beni sevmiyor. Ben ne edeyim ?
Onun elinden ateşe düşsem o yine müsaade etmez. Ben ne edeyim ?
Veled, (sevgilinin) evine gidip huzuruna çıkmak (istedi); kapısı açılmıyor. Ben ne edeyim ?

Senin yüzün güneştir yoksa aydır[4]
Canım aldı gözün dahi ne aydır?
 
Benim iki gözüm bilgil canımsın
Beni cansız koyasın sen bu keydir?
 
Gözümden çıkma kim bu yer senindir
Benim gözüm sana yahşı saraydır
 
Ne oktur bu ne ok kim değdi senden
Benim boynum sünüydü, şimdi yaydır
 
Temâşâ-çün beri gel kim göresin
Nite gözüm yaşı ırmak u çaydır
 
Senin boyun budaktan ağdı geçti
Cihan imdi yüzünden yaz u yaydır
 
Bugün aşkın odundan ıssı aldık
Bize kayı değil ger kar u kaydır
 
Bana her gece senden yüz bin assı
Benim her gün işim senden kolaydır
 
Veled yoksuldu sensiz bu cihanda
Seni buldu bu kezden beg ü baydır

SADELEŞTİRME:

Senin yüzün güneş mi, yoksa ay mıdır ? Gözün de ne söylüyor ? Canımı aldı.
Bil ki benim iki gözüm de, canım da sensin. Beni cansız koyarmısın. Bu nasıl olur ?
Gözümden çıkma, (orada hep görün); zira o ev senindir. Benim gözüm senin için güzel bir yuvadır.
Senden gelen bu ok ne (yaman) bir oktur ki, boyum mızrak gibiydi, şimdi yay (gibi eğrildi).
Bu tarafa gel ki, seni seyredeyim, çünkü gözyaşlarım dere oldu, ırmak oldu.
Senin boyun, fidan gibi yükseldi; dünya şimdi senin yüzünden bahardır, yazdır.
Bugün aşkının ateşiyle ısındık; (artık) yağmur da olsa kar da olsa endişemiz yok.
Ben her gece senden yüz bin fayda (kâr) elde ediyorum. Her gün benim işim senden dolayı kolaydır.
Veled, bu dünyada sen olmadan yoksul biriydi. Seni buldu, şimdi zengindir, beydir.

Senin evin bu gece nûr tuttu[5]
Anın-çün kim içinde ay düştü
 
Karanı kalmaya anda, ki bu ay
Karanıyı nur ile taşra itti
 
Ev aydından dolıcak belli olur
Kim uğru evde kaldı, yoksa gitti?
 
Ev aydından bu gece öyle doldu
Kişi göden değildi, vardı yitti
 
Ne yağmurdur ki yağdı can üzerne
Ki candan bin gülef, bin bağ bitti
 
Ne gevher oldu bu bir damla cânım
Ki yüz bin deniz ana girdi battı
 
Bana sorma “Niçün esrik olursun?”
Bunu gör sen, ne süçü beni tuttu?
 
Acâibe kalurven ol Çalap’tan
İki cânı nite birbirne kattı?
 
İki ya kaşlarından bir soraydım
Kara gözün bana ne oklar attı
 
Yüreğimde ne tatlı aşkın odu!
Yüreğim od bigi yandıydı tüttü
 
Veled bâzâr etti kendi birle
Seni aldı, cihânı verdi, sattı

SADELEŞTİRME:

Senin evin bu gece, üzerine ay doğduğu için nura gark oldu.
Orada karanlık kalmasın diye ay, karanlığı nuruyla dışarı kovdu.
Ey (Ay) ışığıyla dolunca hırsız evde midir, yoksa gitmiş midir belli olur.
Bu gece ev, ışıkla öyle doldu ki, ahmak olmayan varıp (onu) müşahede etti.
Can üzerine öyle bir yağmur yağdı ki candan bin gül, bin bahçe yeşerdi.
Şu bir damla canım öyle bir cevher oldu ki yüz bin deniz içinde kayboldu.
Bana niçin sarhoş oluyorsun deme, onu görsen, beni nasıl bir şarabın sarhoş ettiğini (anlarsın)
O Tanrı’nın (iŞinden) şaşırmış haldeyim ki nasıl iki canı birbirine katmış ?
Onun yay gibi kaşlarından, “Kara gözün bana ne oklar attı!” diye sorabilseydim…
Aşkının ateşi, yüreğimde, ne tatlı ! Kalbim öd ağacı gibi yandı, tüttü.
Veled kendisiyle alış veriş yaptı; Dünya’yı verip sattı ve seni aldı.

İBTİDÂNÂME’DEN[6]
 
Bu hadîsi buyurdu Peygamber:
Kangı kişi ki dirliğin ister,
 
kendisinden gerek kim ol öle,
dirliğin ma‘nisin ölüp bula.
 
Ölmeden tez ölün ağın göğe,
kim sizi ay ile güneş öğe.
 
Ol kim öldü, ölümsüz ol kaldı;
uçmağı bu cihanda nakd aldı.
 
Kim ölürse, bugün diri ola;
ol kim ölmez, yarın yavuz ola.
 
Dünyanın dirliği geçer, kalmaz;
Tanrı’dan kim diriyse, ol ölmez.
 
Girtü dirlik, ölümsüz ölmektir;
Tanrı birle hemîşe olmaktır.
 
Bu cihan sevmeğin, gemişmektir;
aşk odundan hemîşe pişmektir.
 
Kendiden yavuzu gidermektir;
Ol kim etmez bunu, ne ıraktır!
 
Ölmeğin ma‘nisi budur, gey bil;
nefsin öldür, kim olasın bismil.
 
Kendizinden yavuzluğu sürgil;
ne neseden ki Hak değil, durgıl.
 
Sarp iştir, bunu edemeyesin;
yalunu bu yola gidemeyesin.
 
Kendizinle içi çıkamayasın;
gözsüz ol ay yüze bakamayasın.
 
İste anı ki yolu varmıştır;
cânını Hak nuruna karmıştır.
 
15.Kim seni ol ulu Hak’a değire;
korkulu köprüden genez geçire.

Hz. Peygamber şu hadisi buyurdu : “Kim diri kalmak isterse,
kendi varlığından geçmeli, ölüp diriliğin manasını bulmalıdır”.
Çabuk ölmeden evvel ölün, göğe çıkın da güneş ve ay sizi övsün.
(Ölmeden evvel ) ölen, ölümsüzlüğü bulur; bu dünyada peşinen cenneti kazanır.
Kim ölürse, bugün diri olur; ölmeyense yarın kötü bir hale düşer.
Dünyanın canlılığı geçer, kalmaz. (Kendinden geçip) Hak ile yaşayan ise ölmez.
Gerçek dirilik ölmeden ölmek, daima Allah ile beraber olmaktır;
bu dünyanın sevgisini (kalpten) atmak, aşk ateşinde daima pişmektir;
kendinden kötülüğü gidermektir. Kim bunları yapmazsa, çok uzağa (düşmüştür.)
İyi bil ki ölmenin manası budur. Nefsini öldür ki, kurban olasın (murdar değil).
Kendinden kötülüğü uzaklaştır; doğru olmayan her şeyden geri dur.
Zor bir iştir, bunu başaramazsın; bu yolda yalnız yürüyemezsin.
Ey efendi ! Kendi kendine (oraya) erişemezsin; o ay (gibi) yüze, gözsüz bakamazsın.
O yolu gitmiş, ruhunu Hakk’ın nuruna katmış olanı ara,
ki seni yüce Mevlâ’ya eriştirsin, korkulu köprüden kolayca geçirsin.

REBABNÂME’DEN[7]
 
Mevlanâ’dır evliyâ kutbu bilin,
ne kim ol buyurdise anı kılın.
 
Tanrı’dan rahmettir anın sözleri,
körler okursa açıla gözleri.
 
Kangı kişi kim bu sözden yol vara,
Tanrı anın müzdini bana vere.
 
Yok idi mâlım, davarım kim verem;
dostluğun mâl ile belli gösterem.
 
Mâlı kim Tanrı bana verdi budur,
kim bu malı isteye ol usludur.
 
Uslu kişinin malı sözler olur;
mâlını verir bu sözleri alır.
 
Mâl topraktır, bu sözler candurur;
uslular andan kaçar, bunda durur.
 
Söz kalır bâkî, davar fânî olur;
diriyi tut, kogıl anı kim ölür.
 
Tanrı’yı tut kim kalasın sen ebed,
gün ü gece Tanrı’dan iste meded.
 
Yalvarıp, zârî kılıp degil ana;
rahmet etgil kendi lutfundan bana.
 
Gözümü aç kim seni belli görem;
damla gibi denize girem, duram.
 
Nitekim damla denize karılır;
iki kalmaz, damla, deniz bir olur.
 
Ben dahi damla gibi deniz olam;
ölmeyem, deniz gibi diri kalam.
 
Uslular hayran kalır bu sözlere,
kim “halâyık Hâlık’ı nite göre?”
 
Ben bulara eydürem kim ol yüzi;
kimse görmez, geri görür kendüzi.
 
Tanrı kendi nûrunu ana verir,
ol nur ile Tanrı’yı belli görür.
 
Nûr eger ola gözünde nur göre,
güneşin nûru ana gele dura.

Bilin ki, zamanının en büyük velisi Mevlâna’dır; ne buyurduysa onu yapın.
Onun sözleri ilâhi rahmettir; körler okusa, gözleri açılır.
Kim bu sözle (doğru) yolu bulursa, Allah, onun mükâfatını bana versin.
Malım, sürüm yok ki bağışlayıp mal ile dostluk göstereyim.
Hakk’ın bana verdiği mal, budur. Kim bu malı isterse, o kişi akıllıdır.
Akıllı kişinin malı öğütlerdir; (öyle kimse) malını verir, bu sözleri alır.
Mal topraktır, bu sözler ise candır. Akıllı kişiler ondan kaçar, bunda karar kılar.
Söz, bâkidir; mal, fâni. Kalıcı olanı al, ölümlü olanı bırak.
Ebedi olmak (istiyorsan) Tanrı’yı seç gece gündüz (O’ndan) yardım dile.
Ağlayarak yalvarıp O’na de ki: Kendi lütfundan bana merhamet eyle.
Gözümü aç da seni açıkça göreyim; damla gibi denize karışayım.
Nasıl ki damla denize karışınca ikilik kalmaz, damla ve deniz bir olursa;
ben de damla gibi deniz olayım da ölmeyip deniz gibi diri kalayım.
Akıllı kimseler, bu sözlere şaşırıp (der) ki: İnsanlar, yaratıcıyı nasıl görür?
Ben onlara derim ki: O’nun yüzünü kimse göremez; ancak (kişi) kendini görebilir.
Tanrı, kendi nurunu ona verir; (o kişi de) o nurla Hakk’ı açıkça görür.
(İnsanın) gözünde nur olursa, nuru görür; güneşin ışığını idrak edebilir.

 


[1] Yakup Şafak Bey’in Mevlâna ve Sultan Veled’in Türkçe Şiirleri (Konya, 2008, Bşh.Bld.Yay.) adlı eserinden alınmıştır.
[2] Vezni: Müfteilün müfteilün müfteilün müfteilün
[3] Vezni: Fa‘lü feûlün fa‘lü feûlün
[4] Vezni: Mefâîlün mefâîlün feûlün
[5] Vezni: Mefâîlün mefâîlün feûlün
[6] Vezni: Fâilâtün mefâilün fa‘lün.
[7] Vezni: Fâilâtün fâilâtün fâilün