SULTAN VELED”İN İBTİDÂ-NÂME”SİNE GÖRE MEVLEVÎ HALÎFELERİ


Hülya KÜÇÜK, Prof. Dr.
 

Mevlânâ Celâleddin Rûmî”nin oğlu Bahâeddin Muhammed Veled’in, daha yaygın olarak bilinen adıyla Sultan Veled (623/1226-712/1312)”in 25450 beyitlik üç ayrı ciltten müteşekkil Mesneviyât-ı Velediyye“sinin ilki olan İbtidâ-nâme1 (diğer adlarıyla Veled-nâmeMesnevî-i Veledî veya Mesnevî-i İbtidâ-yı Veledî), 8754 beyittir. Babası ve onun hemdemi olanlarla ilgili bilgi veren en eski ve en doğru kaynaktır.İbtidâ-nâme, Mevlevîliğe ait diğer eski kaynaklar olan Risâle-i Sipehsalar veMenâkibu”l-Ârifîn“inin de yazılı kaynağıdır. Eser, 1316/1937’de Tahran’da İkbal kütüphanesi tarafından Mesnevî-i Veledî be bahr-i hafif, ma’ruf be Veled-nâme adıyla basılmıştır. Baskının editörü Celâleddin-i Humâî tarafından kaleme alınmış 128 sahifelik detaylı ve güzel bir önsözü olan bu baskıda2 ne yazık ki eserdeki Türkçe beyitler çıkarıldığı gibi en eksiksiz nüsha olan Meclis Kütüphanesindeki nüsha da kullanılmamıştır.3 Türkçe tercümesi Gölpınarlı tarafından yapılan (Ankara, 1975) eserin tenkitli metni, İstanbul Üniversitesin”de Tahsin Yazıcı danışmanlığında çalışılanSultan Veled: Hayatı, Eserleri ve Masnavi-i Valadî adlı doktora tezinin (Djamchid Garabeiglou, İst. Üniv. Ed. Fak., Fars Filolojisi, 1977) bir parçasını oluşturmuştur. Sultan Veled’in diğer eserleri arasında önemlileri, diğer mesnevîleri olan Rebâb- nâme ve İntihâ-nâme ile Maârif ve Divân‘dır.

İbtidâ-nâme”yi yazış sebebini Sultan Veled şöyle açıklamaktadır: “Allah sırrını kutlasın babam Hazret-i Mevlânâ, kardeşler, müridler ve alemde bulunanlar arasından “sen yaratılış ve huy bakımından insanların bana en benzeyenisin” mucebince, hıl’at ve taç giydirerek beni seçti. Bu zayıf da, o hazretin emrine uyup “Allah kimseye gücünün üstünde teklifte bulunmadı” muktezâsınca, gücü yettiği kadar, “Babasına en fazla benzeyen zulmetmemiştir” hükmüne uyup o hazrete tabi’ olmak, ona benzemek hususunda çalıştı. Kendileri, çeşitli vezinlerde dîvanlar meydana getirdiler, rubâîler düzdüler. Bu zayıf da ona uyup dîvan meydana getirdi. Yanında dostlar, sevenler, uyanlar, değil mi ki Allah anılışını ululasın, Mevlânâ’ya uyup dîvan meydana getirdin;4 mesnevîde de ona uymak gerek diye dilekte bulundular; bunun sonucu kendimi o hazrete benzetmek gayretiyle altıyüz doksan yılı Rabîulevvel ayının ilk günü, bu mesnevîyi yazmaya başladım.”5 İbtidâ-nâme‘de akıcılık, yoğunluk, yeni fikirler ve söyleyiş tarzlarının olmadığı, anlattığı pek çok hikâyenin Mevlânâ’nınMesnevî‘sindeki hikâyelerin değişik bir üslupla tekrarı olduğu6 doğrudur. (Zaten Sultan Veled de babasının öğrettiğinden fazla bir ilmi olmadığını “ Veled râ nîst ney ilm u ney velâyet, Cüz an ilm u velâyet keş peder dâd”7 mısralarıyla belirtmektedir.) Ama şunu da eklemek gerekir ki Sultan Veled bu hikâyeleri yeniden yorumlanmış ve bir bakıma halkın daha iyi anlayacağı bir hale getirmiştir.8 Ayrıca İbtidâ-nâme söz konusu olduğunda akla ilk önce gelmesi gereken hususlardan birisi, onun Anadolu’da Türk dili ve edebiyatının ilk mahsulleri arasında olan Türkçe beyitler ihtiva etmesidir. (Bu beyitlerin sayısının bazı yerlerde 74,9 bazı yerlerde 17610 olduğu zikredilir.) Sultan Veled Batı Oğuz lehçesini biliyordu.11 Sultan Veled’in, eserlerinde Türkçe’yi kullanışı, Mevleviliğe olan ilgisini fazla saklamayan Mustafa Kemal Atatürk’ün12 de dikkatini çekmiş ve Türkçe yazması sebebi ile onun babası Mevlânâ’dan daha üstün olduğunu söylemiştir.13 Sultan Veled”in Türkçe şiirleri Veled Çelebi İzbudak (1869–1953) tarafından Divan-ı Türki-i Sultan Veled adıyla neşr ve şerh edilmiştir (Ankara, Maarif Vekâleti, 1923). Aynı konuda Mecdut Mansuroğlu’nun Sultan Veled”in Türkçe Manzumeleri (İstanbul, İÜEF, 1958) adlı eseri ve bunun dışında irili-ufaklı başka çalışmalar da vardır. Aynı asırda Türkçe yazan Yınus Emre ve Aşıkpaşa gibi şairlerin aksine Sultan Veled”in şiirlerinde hece vezni yoktur.14 Onun eserlerinde Türklük de yüce değerlerle eş tutulmuştur. O “Bedenin çadırdır. Ondaki canınsa gizli olan ay gibi Türk”tür” demiştir.15 Gibb, onun eserlerinde Türkçe”nin bulunmasının, müslüman bir topluluğun dili olması hasebiyle normal olduğunu, ama mesela Rebâb-nâme‘de Yunanca beyitlerin de bulunuşunu sufilerin diğer din mensuplarına karşı tölaranslı oluşu ile açıklamaktadır.16

Şair olmaktan çok şiiri öğretim aracı olarak kullanan Sultan Veled,17 eserinde dedesi Sultanu”l-Ulema Bahaeddin Muhammed Veled”in Belh halkından ve yönetici Muhammed Harzemşah”tan incindiği için, (616/1219 yılında) Belh”ten göçerek önce Larende (Karaman), sonra Konya”ya yerleşmesinden (626/3 Mayıs 1228) başlayıp Çelebi Hüsâmeddîn”in vefatı ve sonrasına kadarki dönem ve kendi hayatına dair bazı bilgileri aktarır: Seyyid Burhaneddinin Konya’ya gelişinden, Mevlânâ ve Şems ilişkisinden, Kuyumcu Salâhaddîn”den, Çelebi Hüsâmeddîn’den, Mevlânâ”nın vefatı ve cenaze töreninden, kendi şeyhliğinden ve şeyhliği sırasında yaptığı işlerden bahseder. Bu şekilde, bize ilk dönem Mevlevîliği ve Mevlevî halîfeleri hakkında da birinci el bilgi vermiş olur. Bu anlatıların arasına konuya uygun nasihat ve hikâyeler yerleştirir.

Ancak kitabı anlayabilmek için ilk dönem Mevlevîlik tarihi hakkında bir ön bilgi mutlaka gereklidir, zira Sultan Veled bütün bunları anlatırken tarih vermez ve kronolojik sırayı gözetmez. Daha da önemlisi, ilerleyen satırlarda ele alacağımız üzere, bizi bazı kronolojik problemlerle karşı karşıya bırakır.

Mevlânâ”nın halîfeleri konusunda Sultan Veled epey iddialıdır ve kendi deyimiyle “Mevlânâ’nın Şemseddin, Şeyh Salâhaddîn, Hüsâmeddîn gibi halîfeleri vardı ama vilâyet, ululuk, bilgilerdeki güçlülük bakımından şöhret olmamış-lardı. Veled’in anlatışıyla Mevlânâ gibi meşhur oldular. Vilâyetleri, ululukları pek büyüktü ama gizliydi: güneş gibi meydana çıktı.”18 Burada dikkat edilecek önemli bir husus, Sultan Veled’in, Şems-i Tebrizî’yi Mevlânâ”nın halîfesi ola-rak sunmasıdır. Diğer Mevlevî kaynaklarının da olaya bakış tarzı aynıdır.19 Bilindiği üzere Mevlânâ, Şems-i Tebrizî, Şeyh Salâhaddîn ve Çelebi Hüsâmeddîn’e hemdem, dost ve şeyh olarak bağlanmıştı, ama halkla birlikte onların da tanıdığı gerçek şeyh Mevlânâ idi.

Eserde anlatıldığı üzere Mevlânâ”nın, babasından sonraki rehberi, Burhâneddin Tirmizî”dir. Burhâneddin Tirmizî, Sultanu”l-Ulema”nın Belh”de iken müridi idi. Onu aramak üzere Konya’ya geldiğinde -ki bu 630/1232 yılına rastlar- o Hakka”a kavuşmuştu (629/1231) malesef. Şeyhinin yerine Mevlânâ’yı bulan Burhâneddin Tirmizî, Mevlânâ”ya “(…..) babanda zâhir hallerden başka haller de vardı ki onlar, öğrenmekle elde edilmez, Tanrı vergisidir (…..) onları da benden elde et de her hususta zâhirde de bâtında da babana mirasçı ol, tıpkı ona dön” demiş,20 Mevlânâ da dokuz yıl onun sohbetinde bulunmuştur.21 Mevlânâ”nın Burhâneddin Tirmizî”den sonraki (v. 639 veya 640/ 1241 veya 1242) rehberi, hemdemi, ve artık “halîfem” diye nitelendireceği Şems-i Tebrizî”dir (1186-1250?). Sultan Veled”e göre, Mevlânâ, Hz. Musa’nın Hızır’a ihtiyaç duyuşu gibi Şems”e ihtiyaç duydu. Mevlânâ, Tanrı katında, gerçeklik, üstünlük, safiyet bakımından herkesten ileriydi ama Tanrı, Şems”in ona yüz göstermesine, o suretle yakınlığının daha da artmasına sebep oldu.22 Konya”daki ilk karşılaşmalarından (642/1244) sonra, “iki yıl rahat ve huzura içinde hayatlarına devam ettiler”. Bundan sonra dedikodular başladı. Sultan Veled’in deyimiyle “Sürüye benzeyen müridlerin hepsi bozuldu”. Şems”i öldürmeyi planladılar. Bunlardan gönlü kırılan Şems Konya”yı terkederek Şam”a gitti (644/1246). Mevlânâ, oğlu Sultan Veled”i onu bulup tekrar Konya”ya davet etmesi için elçi olarak gönderdi. Sultan Veled bu işi başardığında Mevlânâ”nın sevincine diyecek yoktu artık. Önce, eski yaptıklarından ötürü tevbe dileyen müridler yine küstahlaşınca, Şems tekrar Şam”a döndü (645/1247 veya 646/1248). Bu sefer onu aramaya Mevlânâ”nın kendisi gitti. Sultan Veled’in deyimiyle, Mevlânâ, “suret bakımından Şems”i bulamadı ama onu kendinde buldu; çünkü Şemseddin”deki hal, onda meydana geldi.”23 (Mevlânâ, Şems”i aramak için iki kere Şam”a gitmiştir24 ama bunun tarihlerini tam bilemiyoruz. 646/1248 ile 648/1250 arasında olduğu söylenebilir.)

Mevlânâ, Şems”den sonra on yıl boyunca Kuyumcu Salâhaddîn’i sohbet arkadaşı, “nâib ve halîfe” edinmiş, onunla “sükûn bulmuş”, ama yine müridlerinin şiddetli kıskançlıklarına hedef olmuştu. Tanıdıkları, bildikleri ve görünüşte hiçbir olağanüstü hali olmayan bir insana Mevlânâ”nın o kadar değer vermesine bir anlam verememişler, Sultan Veled’in ifadesiyle “Tanrı azizini hor” görmüşler, “o cana balçık adını” takmışlardı. 25 Kuyumcu Salâhaddîn dünyadan göçünce (658/1259), Mevlânâ “ey Tanrı’nın yoluna-yordamına uyan Hüsâmeddîn, bundan böyle nâib ve halîfe sensin, çünkü arada ikilik yok” diyerek Ahıtürkoğlu Çelebi Hüsâmeddîn’i (622/1225- 683/1284) – ki asıl adı Ahi Hüsâmeddîn Hasan’dır26 – onun yerine geçirmiş, başına nurlar serpmiş, ashabına “ona baş eğin, önünde baş eğin, âcizcesine kanatlarınızı yere gerin” demiş, Çelebi aralıksız on yıl Mevlânâ ile sohbette bulunmuş, ashab ve dostları onunla birlikte irşad etmişti.27 (Mevlânâ’nın Mesnevî‘sini dikte edenin Çelebi Hüsâmeddîn olduğu bilinen bir husustur.) Mevlânâ’nın dünyadan göçüşünden sonra Çelebi Hüsâmeddîn, Sultan Veled’e “Babanın makamına geç, otur” demiş ise de Sultan Veled bunu kabul etmemiş,28 “Hayır” demiş, “Babam gerçekten de diridir, bedeni yıpranmıştı, ölen bedenidir. Ruhu Tanrı’da bâkiy, kavuşma şarabından da Hak ona sâkiylik etmede. “Müminler ölmezler demedi mi Mustafa; anlam incisini deme di mi? Babamın zamanında halîfeydin bize, değişen bir şey yok, öne geç. İmâm sendin, sana uyardık, padişahtan bunu bellemiştik biz. Önce de sonra da halîfemizsin; önderimizsin; iki alemde de şeyhsin” diyerek29 hilâfete Çelebi Hüsâmeddîn’in devamının daha doğru olacağında ısrar etmişti. Ancak on yıl sonra Çelebi Hüsâmeddîn ansızın hastalanmış ve Allah”ın huzuruna gitmişti (683/1284). Sultan Veled bu durumu “ Veled, yetim bir çocuk gibi tek başına kaldı, ağladıkça ağladı: korkudan arıklaştı. Çölde kalmış çocuk gibi sığınacak kimsesi yoktu, esirgeyecek kişiden mahrum bir halde şaşırıp kaldı. (….) Klavuzum gitti, o olmadan şeytandan nasıl başçeker kurtulurum. Nereye yüz tutayım, kime sarılayım, çarem nedir, ne tedbirde bulunayım, diyordu”30 Sözünü ettiğimiz kronolojik problemlerden birisi işte bundan, yani Çelebi Hüsâmeddîn’in ölümünden (683/1284) sonrasıyla ilgilidir. Sultan Veled, bundan sonrasını anlatırken, hem, Şeyh Kerîmeddîn”in Çelebi Hüsâmeddîn”den sonra onun mazharı olarak yedi yıl şeyhlik yaptığını ve zamanın eşsiz bir eri olan bu şeyhe kendisinin de tâbi olduğunu “Hüsâmeddîn”den sonra o server, yedi yıl müddet yol göstericilikte bulundu”31 sözleri ile belirtmekte, hem de Çelebi Hüsâmeddîn”den sonra halkın toplanıp “ babanın yerine otur, şeyhlik et; şimdiye dek, Allah aziz sırrıyla bizi kutlasın, Hazret-i Mevlânâ, Çelebi Hüsâmeddîn”i halîfe yapmıştı diye bahanelere giriştin; şimdiyse o da göçtü, bahane göstermemen, kabul etmen, dileğe uyman gerek” diye ısrar ve yalvarmaları üzerine şeyhlik makamına kendisinin geçtiğini ve Mevlânâ yolunun muktedası olduğunu bildirmektedir.32 Menâkıbnâmalerde önemsenmeyen bu durumu Gölpınarlı, Sultan Veled’in ‘resmen’ şeyh olmasına rağmen, kendisini tam olgun görmemesi sebebiyle manevî şeyh olarak Şeyh Bektemüroğlu Kerîmeddîn”i tanıması ile açıklar.33

Bu açıklama, Sultan Veled”in bir rehberi her şeyden daha üstün gören mistik ama temkinli yapısı göz önüne alındığında mantıklı görünmektedir. Şöyle ki eserde okuyucunun dikkatini çeken en önemli husus onun mahviyeti ve her fırsatta bir şeyhe, bir rehbere olan ihtiyacını vurgulamasıdır. Aslında genel olarak rehbere ihtiyaçtan söz eder gibi görünür ama satır aralarında kendisi saklıdır. Zira o ” başımda şeyhlik sevdası yok benim. Hiçbir kuş benimle beraber uçamaz” diyen babası gibi34 şeyhlikte gözü olmayan birisi idi. O, herkesin şeyh olmaktan hoşlandığı ve dervişliği beceremediği bir ortamda, derviş olmayı tercih etmişti. Bizi, “herkesin şeyh olmaktan hoşlandığı bir ortamda” hükmüne götüren, Menâkibu’l-Ârifîn‘de Mevlânâ’ya nisbet edilen bir sözdür: Bir gün büyüklerden birisi Mevlânâ’dan “sohbet ve hemdemlik etmesi için bir derviş gön-dermesini” ister. Mevlânâ: “Derviş nerede? O hiç bulunmaz. Fakat istediği kadar şeyh göndereyim” diye karşılık verir.35 Sultan Veled’in dervişliği tercihi belki de bu sebepledir. Sultan Veled’in “Gerçek şeyh baş gibidir, başkası ise bedene benzer. Birisi başsız olabilir mi? Ayak, baş olmadıkça yolu nereden bilecek?”36, “Şeyh güneşe benzer. Sense taşsın”37, “Şeyhin çok yüce kerametleri vardır. Mürid onlardan faydalanır”38, “Şeyh ne yaparsa Tanrı’dan görmeli. O, ölmeden önce ölmüştür”39, “Yılan içimizdeki nefistir. Şeyh onu meydana çıkarır”40“Şeyh insanı çalışıp çabalamadan maksada erdirir”41 gibi sözleri onun “bir şeyhe ihtiyaç” konusundaki düşüncelerini yansıtır. Babasının yanı sıra Şems’e, ondan sonra Kuyumcu Salâhaddîn’e, ondan sonra da Çelebi Hüsâmeddîn’e bağlanan Sultan Veled, babasının göçüşünden sonra (672/1273), daha önce belirttiğimiz üzere, Çelebi Hüsâmeddîn”in “babanın makamına geç, otur, şeyhlik et, ben de hizmetinde bulunayım” teklifine rağmen şeyhliği kabul etmemiş, ona tâbi olmayı yeğlemiştir.42 Bu tarihte Sultan Veled, kırk yedi yaşını bitirmiş, ihtiyarlık yaşına yaklaşmış bilgin bir zattı. Gösterdiği bu mahviyet, bir büyüğün karşısındaki bu küçülüş kelimelere sığmayacak kadar büyük bir olgudur.43 Aynı teklif, Çelebi Hüsâmeddîn’in ölümü üzerine halk tarafından yapılmış, artık bahanesi kalmadığı için ısrarlar ve yalvarmalar üzerine bu teklifi mecburen kabul etmiş görünmüş,44 ama gerçekte “Klavuzum gitti, o olmadan şeytandan nasıl başçeker kurtulurum. Nereye yüz tutayım, kime sarılayım, çarem nedir, ne tedbirde bulunayım” diye ağlamış45 ve yine bir başkasını, Bektemüroğlu Kerîmeddîn’i şeyh olarak tanımıştır.46 Zira Sultan Veled’e göre o “öyle bir erdi ki onun gibi kerem sahibi bir pâdişah yoktu”, ” o huyları güzel, seçilmiş veli”47idi. O zamanının seçilmiş bir velisi, gönül sahibi idi. Varlığından ölmüş, Tanrı’yla dirilmişti. Halkın elini tutan ancak o idi. Kim onu sever, ona dost olursa onun işi sonunda tamamlanırdı. Ve dahası, o, Hüsâmeddîn’in yadigârıydı. Sultan Veled, Hz.İsa’yı, Hz. Musa’yı, (Hz. Musa veya Meryem’in Babası) İmran’ı, Hallac-ı Mansur’u, İbrahim b. Edhem’i, Maruf el-Kerhî’yi, Zü’n-nun el- Mısrî’yi anışının, hep onun, yani Bektemüroğlu Kerîmeddîn’in sıfatlarını anlatmak için olduğunu söyler.48 Ancak Sultan Veled, Şems’in akibetini düşünerek uyanık hareket etmiş, babasındaki tedbiri yok edecek, düşünmeye yer bırakmayacak derecede kuvvetli aşk ve cezbeden uzak olarak Kerîmeddîn’i herkese duyurmamıştı.49 Onun hakkında hemen hiç bilgimiz olmayışının50 sebebi belki de budur.

Burada karşılaştığımız diğer bir problem, kitabın 690(1291) yılı Rebiu’l-evvel ayında başlayıp Cumade’l-âhira’nın dördünde, yani dört ay içinde, bittiğini söyleyen Sultan Veled’in, nasıl olup da 691 (1292) yılı Zilhicce”sinde vefat ettiğini sandukasından öğrendiğimiz şeyhi Bektemüroğlu Kerîmeddîn”in51 vefatından bahsedebildiğidir.52 Gölpınarlı’ya göre, Sultan Veled gibi – birazdan üzerinde duracağımız vechile– teşkilatçı bir kimse, gönülden bağlı olduğu ve “şeyh” diye tanıdığı bir kimsenin sandukasının üzerine yanlış tarih yazdırmaz. Bu durumda, sanduka üzerindeki tarih, Şeyh Kerîmeddîn’in ölüm tarihi değil, sandukanın yapıldığı tarihtir53 veya onun ölümüyle ilgili paragraf, ona hürmeten, eser tamamlandıktan sonra araya sokulmuştur.54

Sultan Veled, şeyhlik makamına oturduktan sonra, Mevlevîliği teşkilatlandırma çalışmalarına devam etti. (“Devam etti” diyoruz, zira daha Mevlânâ zamanında, Emir Taceddin Mutez, medresenin yanına birkaç oda, yani “aşıklarevi” yapmak istemiş, ancak Mevlânâ “Ad ve Semud gibi binalar yaptırmak istemediğini” söyleyince onu ikna işi Sultan Veled’e kalmıştı.55) Tarikat, onun zamanında büyüyüp gelişmeye başladı.56Sultan Veled’in , kendi ifadesi ile: “Sayısız kadın-erkek müridi oldu; hepsi de hünerde tek kişi kesildi “Babasının yolunda halîfeler dikti; her durağa bir ulu kişi atadı”, “Çünkü uzaktaki şehirlerin halkı da hep bu ırmağa susamıştı. Yurtlarında, tuzağa tutulmuş kuşlar gibi kala kalmışlardı. Yakınları, çolukları-çocukları engel oluyordu da bu yana gitmeye imkan bulamıyorlardı”, “Hiçbir kimse bizden mahrum kalmasın diye Anadolu halîfelerle doldu. Hatta Anadolu da ne! Bütün dünya halîfeyle doldu; bu ummandan her yana bir katre yürüdü- gitti”, “Halîfelerin hepsi de uyulmaya lâyık oldu; her biri bir şeyh olmaya, kılavuzluk etmeye liyâkat kazandı”, “onlara icâzet-nâmeler yazdırdı”.57Bu son iki cümleden halîfelerin iyi bir eğitimden geçirildiklerini de çıkarıyoruz; zira ‘liyâkat kazanmak’tan ve bunun sonucu olarak icâzet-nâme verilmesinden bahsetmektedir. Bütün bunları yapmasında tek sâik, şüphesiz babasına olan bağlılığı ve onun yolunu unutulmaz kılma tutkusu idi. Ona göre “Dünyaya Mevlânâ gibisi, gizli-açık gelmemiştir. Mevlânâ gibisi, onun benzeri yoktur. (….) O yüce padişah, kutupların kutbuydu.”58 Onun yolundan gidenleri meşhur eden de yine Sultan Veled idi.59

Burada akılda tutulması gerekir ki, ilk çelebiler döneminde Mevlânâ’ya ulaşanlara “Mevlevî”, Sultan Veled mensuplarına “Veledî”, Ulu Ârif Çelebi mensuplarına “Ârifî”, Âbid Çelebi mensuplarına “Âbidî” denmiş, daha sonraki dönemlerde ise çelebilerin nüfuzları azaldığı için artık bu tür bir ayrıma gerek kalmamış, sadece “Mevlevî” kelimesi kullanılır hale gelmiştir.60 Tarikatın kuruluş ve sistemi hakkında elimizde hemen hiçbir şey olmamakla birlikte61 “teşkilatlanmaya Sultan Veled zamanında başlanılmış ve XVI. yüzyılda kesin şeklini almıştır” şeklindeki bir tesbit yanlış olmasa gerektir.62 Sultan Veled, kurallara aşırı derecede bağlı mistik bir şahsiyetti.63 Bu kuralcılığını, babasının yolunu öğreten halîfeler atayarak gösterdi ve böylece diğer sistemleştirmelerin de önünü açtı. Temkinli, mantıklı ve bilhassa zamanın icaplarını görüp gözetir bir adam olduğu için, Mevlânâ’nın öğretisini biraz tebdil etmek pahasına da olsa, başka tarikatlardan ayrı, farklı bir tarikat kurma gayreti güttü.64 Sultan Veled’in Mevlevî âyin ve erkânına olan katkısı ise tartışmalıdır ve rolü tam manasıyla bilinmemektedir.65 Öncelikle, semanın önemli bir bölümü olan “Devr-i Veledî” ye kapılarak ve Mevlevi rivayetlerine inanarak semayı mukâbele şekline sokanın o olduğunu söylemek yanlış olur. Zira 760/1358’de biten ve dolayısı ile sadece Sultan Veled dönemini değil, Ulu Ârif Çelebi oğlu Emir Adil Çelebi dönemini de içine alan bir kaynak olan Menâkibu”l-Ârifîn‘de böyle bir törenden söz edilmemektedir.66

ABSTRACT

İbtidâ-nâme is the most authentic written Mevlevi source on the very ear-liest Mevlevi personalities and history. It contains information on Mevlana and his companions. According to it, the first Mevlevi caliph was Shams al-Din Tabrizi. After him, respectively Kuyumcu Salahaddin and Çelebi Hüsameddin were appointed caliphs by Mevlana himself. We face a small problem concern-ing the following caliphs or shaykhs: Sultan Veled says that it was Bektemüro-ğlu Kerimeddin who served seven years as caliph. It is again he who also says that after Çelebi Hüsameddin’s death, the people proposed him to be the caliph, and as a consequence of their constant pressure and imploring, he accepted the offer. The solution probably lays in what Gölpınarlı says: the official shaykh was Sultan Veled, but Kerimeddin stayed as his spiritual shaykh until he died (691/1292). Sultan Veled tried to make his father”s way organized, and for this end he trained disciples as caliphs and appointed them to all the cities in the Anatolia as soon as he became the shaykh.

 

Kaynakça

el-Eflâkî el-Ârifî, Şemseddin Ahmed, Menâkibu’l-Ârifîn (Metin), hazırlayan: Tahsin Yazıcı, 2c., Ankara, 1976 (ve tercümesi: Âriflerin Menkibeleri, tr. T. Yazıcı, 2c, İstanbul, 1973)

Egeli, M. H., Atatürk”ten Bilinmeyen Hatıralar, 2. Baskı, İst., 1959.

Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik (dipnotlarda Mevlevilik olarak     kısaltıl-dı), İstanbul, 1953.

Küçük, Hülya, The Role of the Bektashis in Turkey”s National Struggle, Leiden-Boston, 2002

Önder, Mehmet , ” Mevlânâ’nın Oğlu Sultan Veled’in eserlerinde Türkçe”, 3. Uluslararası Türk Dil Kurultayı, 1996Ankara, 1999, ss.821-31.

_________ “Mevlevîliğin Sistemleşmesi, Sultan Veled ve Diğer Postnişînler”,Konya’dan Dünya’ya Mevlâna ve Mevlevîlik, Konya

Schubert, G. “Sultān Walad,” EI2c. IX, ss.858-9.

Sultan Veled, Maârif , tr. Meliha Ü. Anbarcıoğlu, 3.baskı, Ankara, 1974.

_________ , İbtidâ-nâme, tr. A. Gölpınarlı, Konya, 2001.

Uluç, Sadettin,   “Sultan Veled’in Türkçe Şiirleri”, Mevlânâ (hazırlayan: Feyzi Halıcı), Konya, 1983,      ss 109-113.

Mansuoğlu, Mecdut, “Anadolu’da Türk Dili ve Edebiyatının İlk Mahsulleri”, İstanbul Üniversite-si Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c.I (İstanbul,  1947-47), ss.9-17.

Walley, M.I., “Bahā’al-din Soltān Walad”, EI, c.III 1898), ss.435-6.

 


 

* Selçuk Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

1 Meliha Ü. Anbarcıoğlu, “Önsöz”, Maârif ( Sultan Veled) tercümesi, 3.baskı, Ankara, 1974, ss.XXVI-XXVII.

2Anbarcıoğlu, “Önsöz”, Maârif, ss.XXVI-XXVII.

3Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik (buradan sonra Mevlevilik), İstanbul, 1953, s.49.

4Ancak bunun doğru olması edebiyat geleneği açısından mümkün değildir. Zira hiçbir şairin divanı ölümünden önce bitmez. Sultan Veled bu sözüyle divan yazmada da babasına benzediğini söylemek istemiş olabilir: Gölpınarlı, Mevlevilik, s.46.

5Sultan Veled, İbtidâ-nâme, tr. A. Gölpınarlı, Konya, 2001, s.2.

6Krş. Gölpınarlı, Mevlevilik, 49; Sultan Veled, İbtidâ-nâme, s.VIII-IX (Gölpınarlı’nın Girişi).

7Bkz. Anbarcıoğlu, “Önsöz”, Maârif, s.XXII; İbtidâ-nâme, s.IV, Gölpınarlı’nın Girişi (Divan, 10434. beyitten naklen)

8Bkz. M.I. Walley, “Bahā’al-din Soltān Walad”, EI, c.III(1898), ss.435-6: 436.

9Mecdut Mansuoğlu “Anadolu’da Türk Dili ve Edebiyatının İlk Mahsulleri”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c.I (İstanbul, 1947-47), ss.9-17.

10 Sadettin Uluç, “Sultan Veled’in Türkçe Şiirleri”, Mevlânâ (Haz. Feyzi Halıcı), Konya, 1983, ss 109-113: 109. Konuyla ilgili detaylar için bkz. E.J.W. Gibb, A History of Ottoman Poetry, c. I, London, 1958, ss.149vd.; G. Schubert, “Sultān Walad,” EI2c. IX, ss.858-9.; Mehmet Önder, ” Mevlânâ’nın Oğlu Sultan Veled’in eserlerinde Türkçe”, 3. Uluslararası Türk Dil Kurultayı, 1996Ankara, 1999, ss.821-31.

11 İbtidâ-nâme, s. VI ( Gölpınarlı”nın Girişi)

12 Detaylar için bkz. Hülya Küçük, The Role of the Bektashis in Turkey”s National Struggle, Leiden-Boston, 2002, ss. 262-4.

13 Bkz. M. H. Egeli, Atatürk”ten Bilinmeyen Hatıralar, 2. Baskı, İst, 1959, s.72.

14 Gölpınarlı, Mevlevilik, s.443.

15İbtidâ-nâme, s. 323.

16Gibb, A History of Ottoman Poetry, c. I, ss.152-3

17A.y., s.153.

18İbtidâ-nâme, ss.157-8.

19A.y., ss.XIV-XV (Gölpınarlı”nın Girişi).

20 A.y., ss.186-94.

21 A.y., s.194.

22 A.y., ss.38-40.

23 A.y., s.40-60.

24 A.y., ss. 57-62.

25 A.y., ss. 70-6, 109-13, 279, 281.

26 Mehmet Önder, “Mevlevîliğin Sistemleşmesi, Sultan Veled ve Diğer Postnişînler”, Konya’dan Dünya’ya Mevlâna ve Mevlevîlik, Konya, 2002, ss.131-50:132.

27  İbtidâ-nâme, ss.1114, 19, 121-3.

28  A.y. s.123.

29  A.y..

30A.y., s.124.

31  A.y., s.316.

32  A.y. s. 129vd., 154vd.

33  A.y. ss. XVII-XVIII (Gölpınarlı’nın Girişi); Gölpınarlı, Mevlevilik, 31, 32.

34 İbtidâ-nâme, s. 64.

35 Şemseddin Ahmed el-Eflâkî el-Ârifî, Menâkibu’l-Ârifîn (Metin), hazırlayan: Tahsin Yazıcı, 2c., Ankara, 1976, I, 518 (3/502); tercüme: Âriflerin Menkibeleri, tr. T. Yazıcı, 2c, İstanbul, 1973, I, 465 (3/505).

36 İbtidâ-nâme, s.84

37 A.y., s.98.

38 A.y., ss.101-2.

39 A.y., s.106.

40A.y., s.184.

41 A.y., ss.98, 110.

42 A.y., s.123-4.

43 Gölpınarlı: “Bu tarihte Sultan Veled, ellidokuz yaşını bitirmiş, aşağı yukarı ihtiyarlık yaşına gelmiş bilgin bir zattı” demektedir (A.y., s.XVI -Gölpınarlı’nın Girişi) bunun yanlış olduğu a-çıktır. Sultan Veled 1226 doğumlu olduğuna göre babasının Hakk’a kavuştuğu ve kendisine şeyhlik teklif edildiği 1273’te kırk yedi yaşında idi.

44 A.y., ss.129, 154.

45A.y., s.124.

46  A.y., s.316.

47  A.y., s.316.

48  A.y., s.311vd.

49  Gölpınarlı, Mevlevilik, s.34.

50  A.y., s.32.

51  A.y., s.355

52  İbtidâ-nâme, s.315-18.

53  Gölpınarlı, Mevlevilik, s.48.

54  A.y., s.31; İbtidâ-nâme, s.XVII.

55  Eflâkî, Metin: c.I, ss.239-40; Tercüme: c.I, ss.270-1 (3/152).

56  Gölpınarlı, Mevlevilik, s.204.

57A.y., s.154vd.

58 İbtidâ-nâme, s.249.

59A.y., ss.157-8.

60 Gölpınarlı, Mevlevilik, ss.151-2.

61 A.y., s.18

62 A.y., s.288.

63 A.y., s.40.

64 Gölpınarlı, Mevlevilik, s.35.

65 Krş. Waley, agm, s.435.

66 Gölpınarlı, Mevlevilik, s.282.