SULTÂN VELEDİ’İN MAÂRİF ADLI ESERİ VE “KİTABUL’L-HİKEMİYYE” ADLI BİLİNMEYEN BİR ŞERHİ


Hülya Küçük, Prof. Dr.

Maârif: Sultân Veled’in mensûr olan tek eseridir. Terim olarak, sûfîlerin vehbî bilgilerini ifâde etmek için kullanılan “ma‛rifet”’in çoğulu olan “maârif” türü eserlerin, şeyhin sohbet esnasında, vârid olan vehbî bilgileri anlattığı anda, yahut sonradan, zihinde kaldığı hâliyle yazılarak oluşturulduğunu biliyoruz.(1) Aslında, ilhâm yoluyla kalbe gelen ve söylenen sözlere verilen bir ad olan “vâridât”la eş anlamlı sayılır. (2) Ancak Sipehsâlâr’ın, Sultân Veled’in nesri hakkında: “Her ne kadar, mensur olarak söylediği sözler, manzum olarak söylediği ve yine inşa buyurduğu bütün sözler ile mukayese edilemezse de, bunlar keşif sahiplerinin şu kadar makāmının anahtarıdır”,(3) şeklindeki değerlendirmelerine ve “Sultân Veled, bu eserini dedesi Sultânu’l-Ulemâ Bahâeddîn Veled’in Maârif‘ine ve babasının Fîhi Mâ Fîh‘ine benzeterek mensûr olarak yazmıştır” diyenlere,(4) kulak verirsek − ki bunlar arasında Maârif türü eserlerin tanımından haberdâr olan Gölpınarlı da bulunmaktadır−, “Maârif””in Sultân Veled’in kendi kaleminden çıktığını kabul etmemiz gerekir. Eserin adının bazı nüshalarda, Maârif olarak değil de Nesr-i Sultân Veled şeklinde geçmesi(5) de bunu te’yîd eder mahiyettedir. O dönemde, ünlü sûfîlerin sözlerinin Maârif adı altındaki kitaplarda toplanması adetinin yaygın olduğunu, dedesi Sultânu’l-Ulemâ Bahâeddîn Veled, Burhâneddîn Muhakkık Tirmîzî ve Şems’e de bu adda bir eser izâfe edilmesinden anlamak mümkündür. (Ancak Şems’e isnâd edilenin yaygın adı Makālât‘tır).(6)

Sultân Veled’in mesnevîlerde olduğu gibi Maârif‘inde de Fîhi Mâ Fîh‘teki coşku ve heyecan yoktur. Babasının dışında Hakîm Senâî ve Feridüddîn Attâr’ın eserleri ile İsrâiliyyât da Maârif‘e kaynaklık eder. Bilindiği üzere, Senâî’nin İlâhî-nâme‘si ( veyâ Hadîka‘sı (7)) ile Attâr’ın Mantıku’t-Tayr ve Musîbet-nâme‘si Mevlânâ’nın mürîdleri arasında pek rağbet gören eserlerdi. Hattâ, Mevlânâ’nın Mesnevî‘sini yazmasında en önemli âmil, Çelebi Hüsâmeddîn’in “dostlara yâdigâr kalacak bu kitapların üslûbunda bir manzûm” istemesi olmuştur.(8) Ama Sultân Veled, ilmin kaynağı olarak yine de kendisini görür. Bu hususu şöyle ifâde etmiştir:

عطار روح بود و سنائ دو چشم

ما قبله سنائ و عطار آمديم

(Attâr rûh idi ve Senâî, gönlün iki gözü. Biz ise Senâî ve Attâr’ın kıblesiyiz).(9)

Maârif, uzunlu-kısalı 55 fasıldan meydana gelir. İrâd edilen âyet ve hadîsler Arapça olarak verilmiştir. “Tekellüf ve san’at düşüncesinden uzak açık bir konuşma dili kullanılmıştır”.(10) İleride daha geniş oarak verileceği üzere, kitapta yeri geldikçe كلموا الناس على قدر عقولهم (İnsânlarla akılları ölçüsünce konuşunuz) cümlesi tekrâr edilmektedir. Kitap, Sultân Veled’in ikinci bölümde ele alacağımız tasavvufî fikirleri ve yaşadığı devir hakkında birinci derece kaynak durumundadır.

Maârif, İran’da ilk def‛a Fîhi Mâ Fîh‘in ikinci cildi olarak (1333)(11) ve ikinci def‛a “Mawla” yayınevi tarafından ayrıca basılmıştır (351 ss., ISBN: B0000D6EM0). Elyazmalarının bulunduğu yerlerden bazıları şunlardır:


i. Millî Kütüphâne 06 Ceb 3: 190×125-163×93 mm ebadlarında, 103 varak, her varakta 23 satır, talik yazı, filigranlı kâğıt, krem rengi, yeşil bez kaplı mukavva cilt, müzehheb mihrabiye, “fasl” sözcükleri, âyet ve hadîsler kırmızı mürekkeple yazılmış. Konya’da Rıdvan Efendi tarafından istinsâh edilmiştir. Son varakta Bâkî’nin bir gazeli vardır.

ii. Manisa İl Halk Kütüphanesi, 45 Hk 1163 (Kitâbu’l-Maârif): 175×135-120x95mm ebadlarında, 155 varak, her varakta 15 satır, talik yazı, salbek şemseli, köşebentli, zencirekli, sırtı vişne rengi meşin, deffeleri siyah meşin kaplı mukavva cilt, söz başları, konu başlıkları kırmızı mürekkeple yazılmıştır.

iii. Manisa İl Halk Kütüphanesi, 45 Hk 1164 (Kitâbu’l-Maârif): 190×140-150x100mm ebadlarında, 79 varak, her varakta 19 satır, talik yazı, abâdî kâğıt kaplı, mukavva ciltlidir.

Ayrıca Süleymâniye, Esad Efendi, 1724; MMA, 2143(İhtisâs)/ 1651 (Ferit Uğur); Konya İl Halk Ktp., Mevlânâ Kitaplığı, no. 3354 ve 3356; vb. yerlerde de bulunmaktadır.

Maârif’in Tercümeleri ve Şerhi:

a. Kitâbu’l-Hikemiyye: Millî Kütüphane, 06 Mk. Yz.A.8327/1,(12) 1996/2-347, Yazma 1179h./1765m. Fizîkî tanım: Şemseli, Zencirekli, Köşebentli, miklepli, siyah meşin cilt içinde, harf-filigran kâğıtlı,(13) 100 varak (1b-100a); 210x150mm – 170x90mm, yaldızlı çerçeve içerisinde nesih-ta‛lîk yazıyla yazılmıştır. Kapak sayfasında “Şeyh Ahmed Ârif el-Mevlevî” mührü ve hemen altında “kendi mâlıdır” notu vardır. Daha altta “Vakf-ı Mevlevîhâne-i Üsküdâr an cânib-i Şeyh Sâcid [?] Hâfız Ahmed Ârif el-Mevlevî. 284 ” ve “Millî Kütüphâne”, son (100a) varakta “Ebu Muhammed Sâ‛î”; 11b, 25b, 56b ve 91b’de, “Vakf-ı Mevlevîhâne-i Üsküdâr, 1299 [1881]” mühürleri; 1b, 29b ve 67b’de ise sadece “Vakf” yazısı bulunmaktadır. Eserde, tanımlar içeren cümleler, âyet ve hadislerin en azından başlangıçları, ve Şeyh-i Ekber’den alıntıların altları veyâ üstlerinde kırmızı çizgi vardır. Kelimelerin altına düşülen bazı notlar ve virgüller de kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Varak 4a-4b’de tercüme târihinin belli olmadığı bizzat Şârih ve mübeyyiz (temize çeken) tarafından kaydedilmiştir. Şerh ve tebyîz târihi ise 1179h./1765m.dir.(14)

Şimdiye kadar hiçbir ilim adamının dikkatini çekmemiş olan bu mütevâzi Maârif tercüme ve şerhinin adı, kitabın tâcında (1b’de) Kitâbu’l-Hikemiyye Fî Ma‛rifeti’n-Nefsiyye. Tercüme-i Kitâbi’l-Maârif li’s-Sultân Veled(15); vr.100a’da: Kitâbu’l-Hikemiyye; vr.4a ve vr.99b sadece Hikemiyye olarak verilmektedir. Biz bunlardan “Kitâbu’l-Hikemiyye”yi kullanmayı tercik ettik. Burada belirtmek gerekir ki bu isimler mütercim tarafından değil, şerh ve hâşiyelerle temize çeken tarafından verilmiştir. (Şârih ve mübeyyizin künyesinde, aşağıda geleceği üzere “Ebu’l-Hikemî” vardır). Tercüme kısmı vr.4a’da belirtildiği hâliyle “erbâb-ı tasavvufdan Ali Efendi nâm bir merd-i güzîn”e (aynı tercümeden dört fasıl içeren Süleymâniye, Reşid Efendi, no 353, vr.31a’da: Kürkçübaşı-zâde Ali Efendi’ye) aittir. Eserin giriş kısmında, tercümenin müsveddesinin, “Tarîk-i Halvetiyye-i Şemsiyye-i Nûriyye’den Makrahūriye (Makriköy(16)) karyesinde imâm olan Ahmed Efendi (ö.1197/1782–3)(17) vâsıtasıyla aynı kola mensûb bir derviş olan Ebu’l-Hikemî Mehmed Sâlih es-Sâ’î eş-Şehîr bi Müezzin Kefevî(18) İbn Mustafâ Efendi’nin(19) eline geçtiği ve onun da “bazı mahallerine râbıta içün ceyb-i fakîrden birkaç kelâm munzamm” (bazı yerlerine kendi bilgi hazinesinden birkaç kelâm ilâve) ederek temize çektiği, bilâhere bazı tasavvuf ehlinin onayını alıdığı zikredilmektedir.(20) Aslında bu sözler insânı, sadece bazı sayfaların kenarlarındaki hâşiyelerin ona ait olduğu yönünde bir kanıya vardırıyorsa da, varak 98b’de “Ey ihvân-ı safâ, işbu te’lîfümüzde bu mahalle geldükde hitâm bulub yani hitâmuhu misk olmak zu’miyle kelâmu hātemi’l-evliyâ ve hadîsü hātemi’l-enbiyâ sallallâhu aleyhi ve selem ile hitâm olunub ve Fusûs‘dan birkaç kelime tahrîr olındı ki Fass-ı Îsâ ile munfass ola” sözlerini dikkate aldığımızda, hâşiyelerle birlikte şerhlerin de ona ait olduğu ortaya çıkmaktadır. Müezzin Kefevî’nin elindeki tercüme kısmı kadar şerh yapmasına rağmen “……ceyb-i fakîrden birkaç kelâm munzamm eylemek tasmîmiyle…” demesi, tasavvuf erbâbında genel olarak bulunan “mahviyet” sıfatının bir göstergesinden başka bir şey olmasa gerektir. Bu duruma göre, eserin varak 1b’den 4b ortasına kadar olan varaklar, bazı varakların kenârlarında bulunan notlar (hâşiyeler), şerhler (50 varağı aşkın) ve “sonsöz” diyebileceğimiz 98b (9.satırdan itibâren)-100a Müezzin Kefevî’ye aittir.

Eser, Eski Anadolu (Türkiye) Türkçesi stilinde yazılmış olup(21) aralarda çok sayıda Farsça ve Arapça beyitler yer almaktadır. Bilindiği üzere Eski Anadolu (Türkiye) Türkçesi, veyâ diğer adıyla, Eski Osmanlıca, XIII–XV. asırlar arasında kullanılan Türkiye Türkçesi’dir.(22) Eserde, âyet, hadîs ve kelâm-ı kibârlar Arapça’larıyla verilmiştir. Âyetlerin imlâsında zaman zaman hatâlara rastlanmakta, hattâ bir yerde de Kur’ân’da anlatılmayan bir olayın “Kur’ân’da buyruldı ki” diye verildiği dikkat çekmektedir.(23) Eserin sonlara doğru âyetler harekeli olarak verilmiştir. Farsça beyitlerin büyük bir çoğunluğunun ma‛nâsı verilmeksizün bolca yer alırdığı eserde Arapça ve sonlara doğru Türkçe beyitler de yer almıştır (Bkz. 67a ve 69a). Bölüm III/D’de eserin (ve III/E’de dört faslının) metnini verirken, metinde geçen âyetlerin Kur’an’daki yerleri belirttik ve hadîslerin tahrîcini yaptık. Ayrıca Arapça ve Farsça beyitlerin ma‛nâlarını verdik. Burada hemen belirtelim ki kullanılan hadîslerin büyük kısmı mu‛teber hadîs kitaplarında yer alan hadîslerdir; ancak hadîslerin lafzen rivâyetine pek riâyet edilmemiştir. Aslında bu tavır bütün sûfîlere mahsûs bir tavırdır.(24)

Mütercim hakkında “erbâb-ı tasavvuftan”(25) oluşu dışında maalesef hiçbir bilgiye ulaşamadık. Ancak Silsiletü’n-Nûr(26) adlı Halvetiyye ve Nakşibendiyye meşayihleri hakkında kısa bilgiler içeren eserin, Halvetiyye ile ilgili manzûm bölümünün müelliflerinden (diğeri: Mehmed Kayyım-zâde) ve bunu Şeyhi Seyyid Nûreddîn’i (ö.1160/1747) anlatmak için yazdıklarını söyleyen Kürkçübaşı- zâde Ali Efendi ile aynı kişiyse, “XVIII. Asırda, hatta Şârih’le aynı yıllarda, yaşamış bir Halvetiyye-i Sünbüliyye mensûbudur”, diyebiliriz. Ancak bu durumda Şârih’in bunu neden bilmediğini açıklamakta güçlük çekeriz. Şârih ve mübeyyiz Müezzin Kefevî hakkında da, kendisinin verdiği bilgilerin dışına fazla çıkamadık ki bunları III. Bölümün başında sunacağız.

100 varakdan oluşan eser “Sultân Veled Hazretleri’nin Maârif nâm kitâb-ı Fârisî meâbların Türkî lisâna tercümesi”(27) diye sunulmakta ise de Maârif‘ten sadece oniki fasıl içermektedir (elimizdeki Maârif nüshası elli beş fasıldan oluşmaktadır) ve sadece tercüme değil, yukarıda belirtildiği üzere aynı zamanda mübeyyiz tarafından yapılmış şerhleri de içermektedir. Bölüm III/E’de metni günümüz Türkçesi harfleriyle verilmiş olan Süleymâniye, Reşid Efendi, no 353, vr. 31a-43a’daki bir elyazması da Kürkçübaşı-zâde Ali Efendi tercümesinden dört fasıldır. Bu nüshanın içerisinde Kitâbu’l-Hikemiyye‘de büyük bir kısmı bulunmayan 2. faslın tamâmı, hiç bulunmayan 4., 29. (Anbarcıoğlu’nda 30.) ve 42. (Anbarcıoğlu’nda 46.) fasıllar mevcuttur. (Son üç fasıl, ufak bazı farklarla Süleymâniye, Hacı Mahmûd Efendi, 2443, vr. 29a-34b’de de yer almaktadır. Bu nüshanın RE nüshasıyla karşılaştırılmasında ortaya çıkan farklar dipnotlarda belirtilmiştir.) Böylece elimizdeki tercüme edilmiş fasl sayısı on altıya yükselmiş olmaktadır. Bu nüshalar ile Kitâbu’l-Hikemiyye‘deki müterciminin aynı olduğunu, risâle’nin başladığı varakda (31a.), tercüme eden zâtın isminin “Kürkçübaşı-zâde Ali Efendi” olduğunun söylenmesi ve ikinci fasldan bir bölümün her ikisinde de aynen bulunmasından anlıyoruz. Bütün bunlardan anlaşılan şudur: Kürkçübaşı-zâde Ali Efendi muhtemelen Maârif‘in bütününü tercüme etmişti; ama elden ele gezerken tercümenin büyük bir kısmı kayboldu. Kullandığımız Maârif nüshalarıyla(28) karşılaştırdığımızda, fasıllar birbirlerine karışmıştır. Bu, kısmen bir faslı tercüme ederken öbür fasla geçen mütercimden, kısmen de eserin elden ele dolaşması esnasında varakların karışmasından kaynaklanmış görünmektedir. Şöyle ki:

i) MMA’den aldığımız nüsha ve Anbarcıoğlu’nun tercümesi ile karşılaştırdığımızda, İkinci Fasl’ın başlangıcını verdikten sonra, mütercim, Beşinci Fasl’ın bu bölümü te’yîd ettiğinden söz edip İkinci Faslı bırakarak tamâmen Beşinci Fasl’ın tercümesini vermekte (8a-13b), sonra hiç belirtmeden Üçüncü Fasl’ın tercüme-şerhine başlamakta ama onu da bitirmeden (24b), İkinci Fasl’ın sonlarına doğru bir kısımdan (“Tebrîz’deki Alevî” kıssasından itibaren) tercümeye devâm etmektedir (24b-26b). Üçüncü Fasl’ın geri kalanı, 48a-55b’de “Onuncu Fasıl” başlığıla tercüme edilmiştir. Arada tamâmen atlanmış olan Dördüncü Faslı, Süleymâniye, Reşid Efendi, no 353 de bulduk.

ii) “7.Fasl” , Anbarcıoğlu’nda 8. Fasla, “8. Fasl” 9. Fasla, “9.Fasl”, 38. Fasla, “10. Fasl”, 3. Fasldan daha önce kaldığı bir yerden devâmı olan bir kesite, “11.Fasl”, 17. Fasla, “12. Fasl”, 55. Fasla tekābül etmektedir. (Üçüncü Bölümde metin verilirken, yeri geldiğinde bu ve benzeri durumlara dipnotlarda dikkat çekilmiştir.)

Vahdet-i Vücûd konusuna sık sık girilen, hattâ son 40 sahifesi tamâmen Vahdet-i Vücûd’la ilgili bazı meselelerin şerhine ayrılan olan eserde Muhyiddîn İbn Arabî’den (ö.638/1240) genelde “Hazret-i Şeyh-i Ekber Nûr-ı Ezher Kibrît-i Ahmer” veyâ “Şeyh-i Ekber Nûr-ı Ezher Kibrît-i Ahmer Hazret/leri” şeklinde, bazen de “Şeyh Muhyiddîn Arabî”, “Şeyh-i Ekber” veyâ “Hazret-i Şeyh” şeklinde bahsedilmiş, sıkça el-Futûhâtü’l-Mekkiyye’sine ve Fusûsu’l-Hikem şerhlerine başvurulmuştur.
Futûhāt’
dan yaptığı alıntıları, “www.alwaraq.com” sitesinde(29) tam metin olarak verilen Futûhāt nüshasından bulmaya çalıştık ve bulabildiklerimize dipnotlarda işâret ettik. Başvurulan Fusûs şârihleri Abdî Efendi,(30) Sadreddîn Konevî, Müeyyedüddîn Cendî (ö.690/1291), Molla Câmi (ö.898/1492)’dir. Eserde zaman zaman Ebu Abdirrahmân Sülemî (ö.412/1021), Abdülkerîm Kuşeyrî (ö.465/1072), İmâm Gazzâlî (ö. 505/1111), Necmüddîn Kübrâ gibi büyük mutasavvıflar; ve müfessirlerden Fahreddîn er-Râzî (ö.606/1209) ve Kurtūbî (ö. 671/1273)’den de alıntılar yapılmıştır. Bazı sayfalarda İncil’den Arapça metinler vermiştir. (bkz 78b). Fusûs şârihi Abdî Efendi’den insân-ı kâmil ile ilgili uzun bir alıntı yapmakta, hattâ ”risâle-i şerîfi bu mahalle tahrîr olındı”(31) demesine bakılırsa, risâlesinin hepsini vermektedir.

Bütün bunlardan çıkarılabilecek sonuç, Kitâbu’l-Hikemiyye‘nin tercüme kısmının eski ve titiz bir tercüme olması açısından önemli olduğu, şerh kısmının ise, aralarda anlatılan birkaç esâtire rağmen ilmî bir kaynak olarak kütüphânelerimizde yerini alacağıdır. Ancak eserin ilmî değeri hakkında son söz, hiç şüphesiz, ilim câmiası tarafından söylenecektir.

b. Meliha Ülker Anbarcıoğlu tarafından Sultân Veled’in hayâtı ve eserleri hakkında bir girişle başlayan tercümesi Maârif adıyla çeşitli defalar Milli Eğitim Bakanlığı tarafından basılmıştır. (1949, 1966, 1974, 1984).

c. Fransızca tercümesi Eva de Vitray-Meyerovitch (1909–1999) tarafından Maitre et Disciple. Kitâb el-Ma’ârif (by Sultân Veled) (Şeyh ve Mürîdi. Kitâb el-Ma’ârif) adıyla yapılmıştır (Paris: Sindbad, 1982, 189ss, Series variant: La bibliothèque persane).

d. Maestro Y Discipulo (Şeyh ve Mürîdi) adıyla İspanyolca’ya çevrilmiştir (2003, 243ss., Editorial: Sufi).


· Yrd. Doç. Dr. S.Ü. İlahiyat Fakültesi, Konya. Bu makale, yazarın “Sultan Veled ve Maarif’i, Konya, 2005 (Konya Büyükşehir Belediyesi) adlı kitabından alınmıştır.

1 Bkz. Abdülbâki Gölpınarlı, Tasavvuf’tan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri (buradan sonra Deyimler ve Atasözleri), İstanbul, 1977, 220; Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara, 1997, 479.

2 Gölpınarlı, Deyimler ve Atasözleri, 348.

3 Sipehsâlâr, 150/ (Tercüme –Yazıcı), 146.

4 Gölpınarlı, Mevlevîlik, 51; Garabeiglou, 18; Hüseyin Ayan, “Sultân Veled’in Maârif ‘inden Hareketle Mevlânâ”, III. Uluslar arası Mevlânâ Kongresi, 5–6 Mayıs 2003, Bildiriler, Konya, 2004, 73–8:: 73, 75; vb.

5 Meselâ bkz. Maârif, 104b (Lİ).

6 Bkz. Anbarcıoğlu, “Önsöz”, XLII (Yücel Tankaya, Makalât-ı Şems-i Tebrizî, DTCF Fars Dili ve Edebiyatı, Doktora tezi, Ankara, 1972
‘den naklen).

7 Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddîn, 118.

8 Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, I, 89

9 Sultân Veled, Divan[-]ı Sultân Veled (haz. F.N. Uzluk), Uzluk Basımevi, [Ankara] 1941, 277 (beyit no 5700-1).

10 Gölpınarlı, Mevlevîlik, 51–2.

11 Anbarcıoğlu, “Önsöz”, XLI.

12 Aynı cilt içerisindeki diğer eserler şunlardır: Kemâlpaşa-zâde’nin Risâle-i Rûh‘u (100a-101a) ve Kasîde-i Bürde (101b-125b).

13 Bu el yazması hiçbir yazma kataloğunda geçmediğinden fizikî tanım, bize aittir. Tanımda yardımcı olan Millî Kütüphâne, İbn Sina Okuma salonu görevlisi M.Akif Aytaç’a teşekkür ediyorum.

14 Bkz. Kitâbu’l-Hikemiyye, 4b, 100a.

15 “Li Sultân Veled” denmeliydi ama yazma’da yukarıdaki gibi ifâde edilmişti.

16 Bkz. M.Z. Şükrî Tabîb-zâde, “Derûn-i İstanbul’daki Hânikâhların Silsile-i Meşâyihidir” (haz. Şinasi Akbatu), İslâm Medeniyeti Mecmuası, V-I [Ocak 1981/ Rebiü’l-evvel 1401], 81–103:87.

Makriköy, Çatalca müstakil sancağının kazası idi. (Çatalca bugün, İstanbul-Bakırköy’de). Bkz. Nuri Akbayar, Osmanlı Yer Adları Sözlüğü, İstanbul, 2001, 112.

17 Draman Tekkesi’nde Şeyh Mehmed Sâlih es-Sahvî es-Sânî (ö.1187/1773)’den sonraki şeyh (Tabîb-zâde, 87; Ayvansarayî Hüseyin Efendi –Alî Sâtı‛ Efendi – Süleymân Besim Efendi, Hadîkatü’l-Cevâmi‛ (İstanbul Camileri ve Diğer Dînî Sivil Mîmârî Yapılar), haz. A.N. Galitekin, İstanbul, 2001, 167) Halvetiyye-i Şemsiyye-i Nûriyye’nin onbirinci halîfesi (Kürkçübaşı-zâde Ali Efendi – Müezzin Kefevî, Kitâbu’l-Hikemiyye Fî Ma‛rifeti’n-Nefsiyye , Yazma, 1179h./1765m, Millî Kütüphane, 06 Mk. Yz.A.8327/1, 1996/2–347), 99a sonu).

18 Bkz. Kitâbu’l-Hikemiyye, 4a-b, 100a

19 Bkz. Kitâbu’l-Hikemiyye, 100a

20 “…. bazı hullân-ı safâya işâ’at olındıkda “münâsibdir” dediler: Kitâbu’l-Hikemiyye, 4a.

21 Türkiye Türkçesi’nin umûmî gelişmesi konusunda kısa bilgiler için bkz.. Timurtaş, Osmanlıca Grameri, 319–20.

22 Timurtaş, Osmanlıca Grameri, 319.

23 “Bu vecihden Kur’ân’da beyân buyruldı ki: “Filan peyğāmberin toksan tokuz hâtûnı var iken birâderinün (bir Ûribâ’nun: HME, 2443, 32a) bir hâtûnunı dahī almak kasdıyla anı ceng [ü] savaşa ta’yîn eyledi”: RE, 41a.

24 Bkz. Ahmet Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadîslerdeki Dayanakları, Ankara, 2000, 36–40.

25 Bkz. Kitâbu’l-Hikemiyye, 4a.

26 Süleymaniye, Lala İsmail, no.153, 20vv, tarihi: Halvetiyye silsilesi (1b-14b): 1169 (1755), Nakşbendiyye silsilesi (15a-20b): 1190 (1776)

27 Bkz. Kitâbu’l-Hikemiyye, 4a. Ayrıca bkz. 1b.

28 Yazma, MMA, İhtisâs 5428, Cumâda’l-Âhira 788 (1386)’de Mahmûd b. Haci Sevih Beg el-Hācı Terhānî’nin yazmış olduğu, Üsküdar Selimağa Kütübhanesinde 567 numarada kayıtlı nüshadan “Ahmed Remzi el- Mevlevi b. eş-Şeyh es-Seyyid Süleymân Atâullâh el-Mev[lev]î b. eş-Şeyh es-Seyyid Süleymân er-Râmî el-Mevlevî” [Ahmed Remzi Akyürek, ö.1944] tarafından 18 Cumâda’l-Ûlâ 1350 (1931) târihinde istinsâh edilmiştir. Çok eski bir nüshadan istinsah edilmiş ve son taraflarına doğru âyet, hadîs ve kelâm-ı kibârın kırmızı ile yazılmış olduğu kullanışlı bir nüsha olması hasebiyle tercih ettik.

29 Bu siteden beni haberdar eden Prof. Dr. Mahmud E. Kılıç Hocam’a teşekkür ediyorum.

30 Fusûs şârihleri veya Fusûs‘la ilgili eser yazan isimler arasında böyle bir isme rastlayamadık. (Bkz. Mahmud E. Kılıç, “Fusûsü’l-Hikem”, DİA, XIII, 230–37; Dilâver Gürer, “Fusûsu’l-Hikem” Tasavvuf. İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara 2004, XIII, 395–442: 403–12) Ancak, Mehmed Nazmî Efendi’nin Hediyyetü’l-İhvân‘ının bir nüshasında Abdî, diğer bir nüshasında Abdullah Efendi nâmında Hamzavî bir Fusûs şârihinin, Abdülmecîd Sivâsî’ye (ö.1049/1639) biatından söz edilmektedir. Bu durumda Sarı Abdullah Efendi (ö.1071/1661) kastedilse gerektir. Bkz. Osman Türer, Osmanlılarda Tasavvufî Hayat. Halvetîlik Örneği. Hediyyetü’l-İhvân, İstanbul, 2005, 454.

31 Kitâbu’l-Hikemiyye, 56a–b.